Bin mumlu ev. Meredith Nicholson
Читать онлайн книгу.düşünüyorum.”
“Elbette. İstersen mülkü altı yıllığına bloke edebilirsin,” diye yanıtladı sakince. Zorlu bir davacı olma ihtimalim varmış gibi bakmıyordu bana. Pickering’in de çok iyi bildiği gibi burada kalma dürtümün zayıf olduğu uzun zaman önce kanıtlanmıştı.
“Bu hoşuna giderdi eminim,” diye yanıtladım. “Ama sana o zevki tattırmayacağım. Vasiyetin şartlarına riayet edeceğim. Büyükbabam iyi bir ihtiyardı. Seni memnun etmek için olsa dahi onun adını mahkemelere düşürmeyeceğim Arthur Pickering!” dedim öfkeyle.
“İyi bir adama yaraşır bir hassasiyet Glenarm,” diye cevap verdi.
“Peki şu benim haklarıma sahip olacak kadın… Onun adını duyduğumu hatırlamıyorum.”
“Duymaman normal.”
“O zaman aileyle bir bağı yok, hatırlamam gereken uzak bir kuzen falan değil?”
“Hayır, büyükbabanın son zamanlarda tanıştığı biri. Eski bir arkadaşı aracılığıyla tanıştı. Rahibe Theresa olarak bilinen Bayan Evans. Bayan Devereux, Rahibe Theresa’nın yeğeni.”
Islık çaldım. Büyükbabamın uzun dulluk sürecinde ara sıra evlenmenin eşiğine geldiğine dair haberler duyduğumu hayal meyal hatırlıyordum. Bu bağlamda Bayan Evans’ın adı da geçmişti. Aile arasında konuşulduğunu duymuştum ve hatırladığım kadarıyla pek de sevgiyle bahsedilmiyordu. Daha sonra onun rahibelere katıldığını ve Batı’da bir yerlerde bir okul açtığını duymuştum.
“Peki ya Bayan Devereux? O da ihtiyar bir rahibe mi?”
“Yaşını bilmiyorum ama şu anda rahibe değil. Ama bu dünyada kimsesi yok gibi. Rahibe Theresa’yla çok yakınlar.”
“Vasiyeti bir daha oku da şu ayrıntıları iyice kavradığımdan emin olayım Pickering. Rahibe Theresa, evlenmemem gereken kişi değil, değil mi? Şu diğer dindar nakış sanatçısı. Adındaki x kaybolup giden gençliğimin matematiğini temsil ediyor.”
Aşağıdaki paragrafı yüksek sesle okudum:
Ayrıca, bahsi geçen John Glenarm’ın, bahsi geçen Marian Devereux’yla evlenmesi ya da John Glenarm’ın bu vasiyetin şartlarını kabul ettiği tarihten sonraki beş yıl içinde bahsi geçen şahıslar arasında herhangi bir evlilik sözü ya da anlaşması yapılması durumunda, bütün mülk, Annandale, Wabana Bölgesi, Indiana’da, eyaletin yasalarına uygun bir kurum olan St. Agatha Okulu’nun malı olacaktır.
“Mizahi dokunuşu için büyükbabama saygı duyuyorum! Pickering, sen hep iyi niyetli bir adam oldun. Bu melek rahibelerle ilgili tüm haklarımı, menfaatlerimi ve görevlerimi sana devrediyorum. Evlenmek! Fikre bayıldım! Sanırım birileri benimle param için evlenmeye çalışacak. Ama evlilik, Pickering, benim hayatla ilgili planlarım arasında yer almıyor!”
“Sana pek evlilik adamı diyemem,” dedi.
“Kesinlikle doğru dostum! Rahibe Theresa, gençliğimde büyükbabam için muhtemel bir eş olarak düşünülmüştü. O ve ben pek aynı çağın insanı sayılmayız. Adında büyüleyici bir matematiksel zirve bulunan şu diğer hanıma gelince… O da imkânsız. Görünüşe bakılırsa onunla evlenerek parayı alamam. Bırakayım da o alsın bari. Şeytan kadar fakir herhalde.”
“Sanmam. Evanslar zengin bir aile. Herkesin dilindeler. Eğer teyzesi eğitimle ilgili planları için elinden almadıysa kendi parası olması gerek.”
“Peki bu tatlı yaratıklar nerede bulunuyorlar?”
“Rahibe Theresa’nın okulu senin arazinin hemen yanında. Bayan Devereux da sanırım senin gibi seyahate zaafı olan biri. Rahibe Theresa onun en yakın akrabası ve ara sıra onu St. Agatha’da, yani okulda ziyaret ediyor.”
“Herhalde birlikte sunak kıyafetleri işliyorlar. Böylece şeytanın ve destekçilerinin kafasını karıştırmak için yiğitçe çalışıyorlar. Büyükbabamın gözünü boyayan insanlar işte!”
Pickering, hıncım karşısında gülümsedi.
“Onlardan uzak dursan iyi olur, seni ağlarına düşürebilirler. Rahibe Theresa’nın galip gelmeyi hep bildiği söylenir. Büyükbabanı yolmuştur kesin.”
“Gözlüklü rahibeler, gençliğin tatlı eğitmenleri falan filan ve av olarak seçtikleri iyi huylu bir ihtiyar. Hiç bana göre değil!”
“Ben pek öyle düşünmüyorum,” dedi Pickering. Sonra cebinden saatini çıkarıp tombul parmaklarıyla sapını çevirdi. Kısa boylu, tıknaz, yağlı bir adamdı. Köşeli bir çenesi, şimdiden seyrelmiş saçları ve kısa kesilmiş bıyıkları vardı. Yaş almanın onu pek geliştirmediğini düşündüm.
Huzursuz olduğumu göstermeye hiç niyetim yoktu. Sigara tabakamı çıkarıp masanın üzerinden uzattım.
“Buyur! Madrid’de bana özel olarak yapıldılar.”
“Tütünün hiçbir şeklini içmediğimi unutmuşsun.”
“Hayatın zevklerini hep kaçırdın, evet,” dedim tüten kibritimi, görünür öfkesine rağmen çöp sepetine atarken. “Eh, ben hikâyelerdeki kötü çocuğum ama mirasımın bununla ilgili bir şartı olmasına gerçekten üzüldüm. Param bitmek üzere. Herhalde bana beklenen mirasımın birkaç binini önden vermezsin.”
“Bir kuruş bile vermem,” dedi gereksiz bir canlılıkla. Onunla ilgili ilk değerlendirmemi, büyük rakamlarda cömertlik sergilemediğini hatırlayarak tekrar güldüm. “Bunu yapmam, büyükbabanın isteklerine uymamak demek. Şu kaplan avı maceralarında sağlam para harcamış olmalısın,” diye ekledi.
“Elimde ne varsa harcadım,” diye cevapladım tatlılıkla. “Tanrı’ya şükür ki elim sıkı değil! Dünyayı gördüm ve bunun için para harcadım. Senden hiçbir şey istemiyorum. Benim yerinde duramayan ya da düzenli, saygın bir yaşam sürdüremeyecek yabani bir adam olduğum konusunda büyükbabamla aynı düşünceleri paylaşıyorsun şüphesiz. Ama seni büyük bir hayal kırıklığına uğratacağım. Bu mülkün büyüklüğü nedir?”
Pickering beni izledi -sanırım huzursuz olmuştu- ve ardından bir kalemle oynamaya başladı. Pickering’in ellerini hiç sevmemişimdir. Kalın ve bembeyazdırlar. Bir erkeğin ellerine göre fazla bakımlılardı.
“Korkarım biraz moralin bozulacak. Buradaki kasalarda yalnızca on bin dolar değerinde tahvil bulabildim. Bir ihtimal -kuvvetli bir ihtimal- servetinin boyutu konusunda hepimiz yanıldık. Rahibe Theresa tatlı diliyle ondan büyük miktarlar aldı ve senin de göreceğin gibi Annandale’deki eve küçük bir servet harcamasına rağmen bitiremedi. Ucuz bir teklif değildi ve bitmemiş haliyle pek bir değeri yok. Şunu bilmelisin ki Bay Glenarm yaşarken epey bir para dağıttı. Üstelik babana adadı hepsini. Ne bıraktı, biliyorsun. Tüm o şeyler hesaba katıldığında pek de küçük bir servet değildi.”
Anlattıklarından huzursuz oldum. Babamın mülkü hatırı sayılır bir büyüklükteydi ve ben onun tamamını çarçur etmiştim. Sudan’da yaptığım ve en azından beni gayet tatmin eden bir gezi sırasında görkemli bir şekilde harcadığım kırk bin doları hatırlayınca vicdanım sızladı. Ama Pickering’in sözleri beni şaşırtmıştı.
“Bakalım doğru anlamış mıyım…” diyerek ona doğru eğildim. “Büyükbabamın zengin olması gerekiyordu ama sen bana çok az mal bulduğunu söylüyorsun. Rahibe Theresa, bir okul inşa etmek için ondan para aldı. Ne kadar aldı peki?”
“Elli bin dolar. Açık bir hesaptı. Defterlerinde hesaplar var ama not tutmamış.”
“Peki bu iddianın dayanağı?”
“Ona karşı bireysel olarak iyi ama onun iddiasına