Büyük evin küçük hanımefendisi. Джек Лондон
Читать онлайн книгу.ve güvenilir bir oyuncu olarak görülüyordu, o kadar. Mavi ve altın renkli ev sahibi, kendini ve tribünleri paralarken topu alıp saha boyunca ilerleme şansını bir türlü yakalayamamıştı. Ancak yağmur altında ve çamur içinde oynanan yürekler acısı, zorlu bir maçın sonunda, skor berabereyken ve ikinci yarı bitmek üzereyken, Stanford beş yarda çizgisinde, Berkeley’nin topu, top süren iki kişi yere indirilmiş ve üç yarda gerideyken, işte o anda mavi ve altın renkler ayağa kalktı ve tezahürat yaparak Forrest’ın topu ortalamasını, hem de çok sert vurmasını istedi.
Dick hiçbir şeyde mükemmeli yakalayamadı. Bira partilerinde Büyük Charley Everson ondan daha çok bira deviriyordu. Çekiç atmada Harrison Jackson, Dick’in en iyi atışını hep altı metre geçiyordu. Carruthers onu boksta yeniyordu. Anson Burge her zaman, üç denemenin ikisinde omuzlarını mindere değdiriyordu ama hep çok uğraşarak. İngilizce kompozisyon dersinde sınıfının beşte biri Dick’ten başarılıydı. Rus Yahudisi Edlin mülkiyetin hırsızlık olduğu konusunu tartıştıkları münazarada onu yenmişti. Schultz’la Debret yüksek matematikte sınıfla birlikte onu da geride bırakmıştı. Son olarak Japon Otsuki, kimya dersinde onunla karşılaştırılmanın çok ötesindeydi.
Ancak Dick Forrest hiçbir şeyde mükemmel olmasa da, hiçbir konuda başarısız olmuyordu. Üstün bir güç sergilemiyor ancak zayıflık veya eksiklik de göstermiyordu. Düşüş göstermeyen başarılı durumu sonucunda Dick için mükemmel bir meslek düşleyen vasilerine, ne olmak istediğini sorduklarında belirttiği gibi:
“Hiçbir şey. Yalnızca her şeyi. Bakın, uzman olmam gerekmiyor. Babam parasını bana bıraktığı zaman bunu ayarladı. Ayrıca, istesem de uzman olamam. Bana göre değil.”
Yani Dick o kadar uyumluydu ki, tespitlerini açıkça ifade etmişti. Hiçbir şeye hevesi yoktu. Normal, sıradan, dengeli, her şeyi kabullenen o ender rastlanan bireydi.
Bay Davidson, diğer vasilerin yanında, Dick’in evine yerleştikten sonra hiçbir çılgınlık yapmadığına çok memnun olduğunu belirtince Dick şu cevabı verdi:
“Ah, istediğim zaman kendime hâkim olabiliyorum.”
“Evet,” dedi Bay Slocum yavaşça. “Yabani yanını erken terk ederek kendini kontrol etmeyi öğrenmen, dünyanın en iyi şeyi oldu.”
Dick merakla ona baktı.
“Tabii, o çocukça macera sayılmıyor,” dedi. “O çılgınlık değildi. Daha henüz çılgınlıklara başlamadım. Ama başladığım zaman beni seyredin. Kipling’in ‘Song of Diego Valdez’ şiirini biliyor musunuz? Size birazını okuyayım. Bakın, Diego Valdez, benim gibi çok şanslıydı. O kadar hızlı yükselip İspanya’nın Deniz Kuvvetleri Komutanı olmuştu ki, tadına daha yeni bakabildiği zevkleri sindirme fırsatı bulamamıştı. Kuvvetli ve dinçti ama yükselmekten başka şeye zamanı yoktu. Ama hep kuvvetinin ve dinçliğinin devam edeceğini sanmış, Deniz Kuvvetleri Komutanı olduktan sonra eğlenebileceğini düşünmüş, bu düşünceyle kendini kandırmıştı. Hep şunu hatırlamıştı:
“—Yoldaşlar— Yeni denizlerdeki eski oyun arkadaşları— Vahşiler arasında zırnık dağıttığımız zaman— güneye doğru bin fersah ve otuz yıl uzaklaşıldı.– Onlar asil Valdez’i değil, beni tanıdılar ve sevdiler.
Sonra kaliteli içki buldular. Yalnız içmediler ve güzelce yağmalamayı keşfettiler. Hepimize, seçkin adalarımızın arkasında veya aradaki gizli resiflerde, uzun yolculuklardan bayıldığımız zaman, karinalamak için toplanırız dediler.
Orada ince karina demetlerimiz yanıyordu. Bütün sahil soluktu. Bizim yıpranmış çadırlarımız yükseliyordu; küreğin üstünde yelken; her özlem dolu çapa parıldarken, sakin denizlerde alev alev, dikkatsiz kaptanlarımız arzularına hızla kürek çekti!
Gençlik özlemini yeni öğrenmişti, dul kadın öfkesine gem vurmuştu ve bezgindi; iyi eşler sezonda gururluydu ve hizmetçiler erkeğin farkındaydı. Ben o yoksunluk günlerini ne kadar arıyorsam, yatıştırılmamış, tükenmiş, gecikmelerle dolandırılmış tüm insanlar, aklanmayı o kadar arzu ediyor!
Ah, anlayın onu, anlayın onu siz üç yaşlılar, benim anladığım gibi! Sonra gördüklerini anlayın:
Eğlenmeyi beklemeyi hayal ettim, değişmeyen baharımı sabırla bekleyecek, böylece eğlencemi bekleyecektim. Baharımı kenara koydum, önce şansım karşısında, sonra şaşkın küçümsemeyle, Diego Valdez’i İspanya’nın genelkurmay başkanı yaptım!”
“Beni dinleyin vasiler!” diye haykıran Dick’in yüzü tutkuyla alev alev yanıyordu. “Benim yatıştırılmamış, tükenmiş olmadığımı bir an bile unutmayın. Değilim. Yanıyorum. Ama kendimi tutuyorum. Öldüğümü sanmayın; çünkü ben üniversitede okuyan son derece kibar, saygın bir gencim. Gencim. Yaşıyorum. Şimdi ilk adımda her şeyi mahvetmeyeceğim. Yalnızca hazırlanıyorum. Benim de zamanım gelecek. Aceleyle sakarlık yapmayacağım, elimdeki bardağı devirmeyeceğim ve sonunda Diego Valdez’in yaptığı gibi dövünmeyeceğim:
“Cennetin altında eski karinalama isyanını ve gürültülü, kalabalık sahili geri getirecek rüzgâr veya dalga yok; çöldeki çeşme, çöplükteki su deposu, gizlice yediğimiz ekmek, aceleyle döktüğümüz bardaklar.”
“Dinleyin, vasiler! Çabuk parlayan, ateşli adamınıza –çenesinin ortasından– vurup buz gibi bırakmak ne demek biliyor musunuz? Ben bunu istiyorum. Ayrıca sevmek, öpüşmek, risk almak ve kanlı canlı budalayı oynamak istiyorum. Şansımı denemek istiyorum. Ben de karina etme ayaklanmamı istiyorum ve gençken istiyorum ama çok gençken değil. Bunu başaracağım. Bu arada üniversitedeki rolümü oynuyorum, kendimi tutuyorum, donatıyorum böylece serbest kaldığım zaman en iyi fırsatlar arasında en iyisini seçeceğim. Ah, bana inanın, geceleri her zaman düzgün uyuyamıyorum.”
“Ne demek istiyorsun?” diye sordu Bay Crockett.
“Evet. Tam da bunu demek istiyorum. Henüz çıldırmadım ama çıldırmaya başladığım zaman beni görün.”
“Peki, mezun olunca mı başlayacaksın?”
Olağanüstü genç başını iki yana salladı.
“Mezun olduktan sonra ziraat fakültesinde en az bir yıl lisansüstü dersler alacağım. Bakın, bir hobi geliştiriyorum: çiftçilik. Bir şey yapmak istiyorum… Yapıcı bir şey. Babam önemli bir şey çıkaracak kadar yaratıcı değildi. Sizler de öyle. Öncülük günlerinizde yeni bir arazi buldunuz ve bakire bir maden yatağının kaynağında çalkalayarak altın parçaları bulan denizciler gibi paraları topladınız…”
“Oğlum, Kaliforniya çiftçiliğinde biraz tecrübem vardır,” diye araya girdi Bay Crockett alınmış bir ifadeyle.
“Eminim vardır ama yaratıcı değildiniz. Siz -doğruları söylemek gerekirse- yıkıcıydınız. Sizler bolluk içinde zengin çiftçilerdiniz. Ne yaptınız? Sacramento Vadisi’nde en bereketli topraklarından yüz altmış bin dönüm aldınız ve her yıl buğday ektiniz. Dönüşüm yapmayı hiç düşünmediniz. Samanlarınızı yaktınız. Kara toprağı tükettiniz. Toprağı on santim sürdünüz ve yüzeyin yalnızca on santim altına beton gibi sıkıştırılmış toprak koydunuz. O on santimlik tabakayı tükettiniz ve şimdi tohumunuzu geri alamıyorsunuz.
Sizler her şeyi yıktınız. Babam da yıktı. Hepsi yaptı. Şimdi ben babamın parasını alacağım ve inşa edeceğim. Haraç mezat satılan yıpranmış bir buğday tarlası alıp, sıkıştırılmış toprak tabakasını söküp atacağım ve sonunda, sizlerin ilk ektiğiniz zaman aldığınızdan çok daha fazla ürün vermesini sağlayacağım.”
Bay Crockett, Dick’in çıldırma dönemi tehdidini bir de üçüncü sınıfın sonunda dile getirdi.
“Ziraat