Katya. Лев Толстой

Читать онлайн книгу.

Katya - Лев Толстой


Скачать книгу
ufak dalı sallıyor ve yapraklarıyla dadımın yüzündeki mendile dokunup yüzünü de okşuyormuşum. Gülmeye başladım.

      “Şimdi…” dedim. “Uyanacak ve hiç uyumadığını söyleyecek ama onu ben mahsus yapmadım.”

      Maşa’nın uyanmasını istemiyormuşum gibi bu sözleri fısıldayarak söylüyordum, gizli bir şey söylemek hoşuma gidiyordu. O da beni taklit ederek dudaklarını kıpırdatıyor ve güya bana, başkalarının işitmesini istemediği, gizli bir şeyler söylüyormuş hissini veriyordu. Sonra kiraz tabağını gördü. Belli etmeden oradan kiraz alır gibi yaptı. Sonya’ya doğru yürüdü ve ıhlamurun altında onun bebeğinin yerine oturdu. Sonya kızdı. Tam hırçınlık edeceği bir sırada küçük kızla hemen bir oyun icat etti: Kirazları kim daha evvel kapıp yiyecek diye kapışırlarken barıştılar ve gülüştüler.

      “İster misiniz daha kiraz getirsinler mi?” dedim. “Yahut isterseniz biz kendimiz gidip koparalım; ne dersiniz?”

      Serj tabağı aldı. Bebekleri içine koydu ve üçümüz oradan kirazlığa gittik. Sonya gülerek yolda onun arkasından koşup paltosunun eteğini çekiyor ve bebeklerini istiyordu. O, bebeklerini çocuğa verirken bana dönerek yalnız olduğumuz hâlde, gene fısıldarcasına fakat pek ciddi “Buyurun bakalım.” dedi. “Ben size nasıl Körpe Menekşe demeyeyim? Sıcağı, yorgunluğu göze alarak toz toprak içinde yanınıza gelince bana bir menekşe kokusu geliyor. Ama öyle olgun ve kuvvetli menekşelerden değil, henüz açılmış taze ve körpe bir menekşe ki rayihasında veda eden bir kışın ve yeni doğan baharın nefesleri vardır…”

      Hemen sordum:

      “Bu sene mahsul nasıl gidiyor? Siz bana onu söyleyin!”

      Sözlerinin bende hasıl ettiği sevinçli heyecanı bu sualimle gizlemek istiyordum.

      “Mükemmel!” dedi. “Bu millet her zaman her yerde emsalsizdir. İnsan onları yakından tanıdıkça daha ziyade seviyor.”

      “Oh, evet! Demin siz gelmeden evvel oturduğum yerden onlara bakıyor ve nasıl çalıştıklarını görüyordum. Ne zahmetli işler başardıkları belli idi. Ben ise o zaman yerimde öyle rahattım ki…”

      Sözümü kesti. Okşayıcı bir bakışla fakat pek ciddi olarak “Bu gibi hislerle oynamayınız Katya.” dedi. “Onların işleri mukaddes işlerdendir. Allah sizi böyle işlere karışmaktan korusun!”

      “Onun için ben de bunu yalnız size söylüyorum.”

      “Biliyorum… Peki, kiraz meselesi ne oldu?”

      Kirazlık kapalı kalmış. Bahçıvanların hepsini işe göndermişler. Yalnız biri orada imiş. Sonya hemen anahtarı almaya koştu. Fakat Serj onun gelmesini beklemeden köşede asılı kuş ağlarına takılarak duvara çıktı ve öbür tarafa atladı. Bana “Şu aralıktan tabağı uzatır mısınız?” dedi.

      “Hayır.” dedim. “Ben kendim koparmak istiyorum. Gideyim şu anahtarı bulayım. Sonya besbelli bulamıyor.”

      Fakat aynı zamanda tek başına orada ne yapıyor, kime bakıyor, yalnızken ne hâlde bulunuyor diye içime bir merak düştü. Yahut bu da değil de sadece onu gözümden bir dakika bile ayırmak istemiyordum. Isırganlar arasında parmaklarımın ucuna basarak kirazlığı dolaştım. Karşı tarafta duvarlar daha alçaktı. Burada boş bir fıçı duruyordu. Üstüne çıktım. O zaman duvar göğsümün hizasına bile gelmiyordu. Hemen zıplayıp abandım. İçeri bir göz gezdirdim. Geniş, dişli yapraklarıyla yaşlı ağaçların, dalları basmış, olgun sulu kirazları aşağı doğru sarkıyordu. Ağaçların altından başımı uzatıp baktığım vakit yaşlı bir kiraz ağacının bükük dalları arasından Serj Mihaloviç’i gördüm. Kurumuş bir ağacın gövdesine oturmuş, besbelli ağaçtan kopardığı bir sakızı parmaklarının arasında, dalgın ovalıyordu. Bir aralık gözlerini açtı ve gülümseyerek bir şey söyledi. Bu tebessümü ve o sözleri şimdiye kadar tanıdığım şahsiyetine o kadar yabancı idi ki onu böyle gözetlediğim için kendimden utandım. Sözlerini işitecek kadar yakındım: “Katya!” dedi. İçimden Kabil değil! diyordum. O daha yavaş ve daha tatlı “Sevgili Katya!” diye tekrar etti. Fakat bu sefer o iki kelimeyi pek sarih olarak duymuştum. Yüreğim yerinden oynadı. Sevincimden öyle heyecanlandım ki düşmemek ve kendimi açığa vurmamak için ellerimle duvara tutunmaya mecbur oldum. Hareketimi hissederek dehşetle arkasına baktı. Beni görünce hemen gözlerini önüne eğdi ve kızardı. Bir çocuk gibi yüzü kıpkırmızı oldu. Bir şeyler söylemek istedi fakat söyleyemedi. Bunun için bütün bütün sıkıldı. Yüzü, eli mosmor oldu ve o sırada bana bakıp gülümsedi. Ben de ona gülümsedim. Yüzünde bir beşaşet17 ve saadet havası vardı. O zaman karşımdaki adam, artık iltifatlarıyla beni taltif eden ve bana bilmediğimi öğreten, o yaşlı amca değil, hayır katiyen o değildi. Şimdi karşımda, beni seven ve benden korkan, tam bana akran bir kimse vardı. Bir kimse ki ben de onu seviyor ve ondan korkuyordum. Birbirimize hiçbir şey söylemiyor ve yalnız bakışmakla kalıyorduk. Böyle bakışırken birdenbire onun çehresi değişti, kaşları çatıldı. Gözlerinin alevi söndü, tebessümleri silindi ve bana karşı eski soğuk ve babacan tavrını takındı. Sanki birbirimize bir fenalığımız dokunmuş gibi o kendini çekmiş ve benim de kendimi ağır tutmamı istemişti. Biraz sert “Çabuk ininiz oradan!” dedi. “Bir yerinizi inciteceksiniz, hem saçlarınızı da düzeltin, baksanıza bir kere neye dönmüşsünüz!”

      Gücendim, öfkelendim, içimden Bu maskeye ne lüzum var? dedim. Beni üzmek mi istiyor? O anda onun üstündeki nüfuzumu tecrübe için onu bütün bütün telaşa düşürmek hevesine düştüm. Dayanamayacağım bir muziplikle “Hayır!” dedim. “Ben kendim koparmak istiyorum!”

      Önümdeki dala tutunarak duvarın üstüne sıçradım ve bana yardıma gelmek için ona vakit kalmadan kirazlığa atladım. Gene kızardı. Heyecanını hiddet ve inkisar18 şeklinde göstererek “Ne yapıyorsunuz? Deli misiniz?” dedi. “Bir yeriniz sakatlanabilirdi. Peki, şimdi buradan nasıl çıkacaksınız?”

      Eskisinden daha telaşlı idi. Fakat artık onun telaşı hoşuma gitmiyor, bilakis beni korkutuyordu. Telaşı bana da geçti. Kızardım ve ne diyeceğimi bilemediğim için yanından ayrıldım, kiraz toplamaya başladım. Fakat koyacak yerim yoktu. Kirazlar elimde kalıyordu. Kendi kendimi azarlıyor, yaptığıma pişman oluyor ve korkuyordum. Şu hareketimle onun teveccühünü ebediyen kaybetmiş olduğumu sanıyordum. İkimiz de hiçbir şey söylemeden duruyorduk ve bu sessizlikten ikimize de sıkıntı basıyordu. Sonya anahtarı almış, koşa koşa geldi ve bizi bu sıkıntıdan kurtardı. Bununla beraber ikimiz de birbirimizle konuşmamakta inat ediyor ve her ikimiz de tercihen Sonya’ya hitap ederek söz söylüyorduk. Maşa’nın yanına döndük. O, gene hiç gözünü kırpmadığını ve konuştuklarımızı hep işittiğini iddia ediyordu. Ben biraz derin nefes aldım. O da eskisi gibi himayekâr babacanlığını takındı. Fakat bu tecrübesinde o muvaffak olamadığı gibi bende de bir değişiklik yapamadı. Bende hâlâ üç gün evvelki konuşmamız canlı bir hatıra olarak yaşıyordu.

      Конец ознакомительного фрагмента.

      Текст предоставлен ООО «Литрес».

      Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

      Безопасно оплатить книгу можно банковской


Скачать книгу

<p>17</p>

Beşaşet: Güler yüzlülük. (e.n.)

<p>18</p>

İnkisar: Gücenme, gönlü kırılma. (e.n.)