Silahlarin Teslimi . Морган Райс

Читать онлайн книгу.

Silahlarin Teslimi  - Морган Райс


Скачать книгу
inerken uçurumun kenarına tutunuyordu, diğerleri ondan bir kaç adım yukarıdaydı;  uzun süredir olduğu gibi acı dolu bir iniş gerçekleştiriyorlardı. Reece, ayaklarını, yaralı ve soğuktan donmuş ellerini, pürüzsüz kayalar üzerinde ilerleyebilmek için düzgün kullanmaya çalışıyordu. Bu kadar zor olacağını tahmin edememişti. Aşağı bakmış ve araziyi, kayanın şeklini incelemişti; bazı yerlerde kayanın diklemesine aşağı indiğini, pürüzsüz ve tutunmanın imkansız olduğunu görmüştü, diğer yerler ise yosun tabakasıyla kaplıydı ve bazı bölgelerde de elleri ve ayakları koyabileceği tırtıklara, eğimlere, girintilere, deliklere, kenarlara ve çatlaklara sahipti. Bazı yerlerde dinlenme yeri olabilecek çıkıntılar bile vardı.

      Fakat iş pratiğe gelince durum değişmiş görünüyordu. Sis görüşünü mütemadiyen engelliyordu ve aşağı baktığında ayaklarını sokabileceği yerler gittikçe azalıyordu. İnişte onca yol kat ettikten sonra zeminin –tabii varsa- henüz görüş alanlarında olmaması da cabasıydı.

      İçten içe Reece, gittikçe artan bir korku ve boğazında kuruluk hissediyordu. Bir yanı çok ciddi bir hata yapıp yapmadığını merak etmeye başlamıştı.

      Tabii bu korkusunu diğerlerine göstermeye cesaret edemedi. Thor gittiğinden beri lider oydu ve diğerlerine örnek teşkil etmeliydi. Ayrıca korkularına kapılmanın bir faydası olmayacağını biliyordu. Güçlü kalmalı ve odaklanmalıydı; korkunun sadece yeteneklerini engelleyeceğinin farkındaydı.

      Reece’in elleri kendini tirerken titriyordu. Aşağıda neyin olduğunu unutması gerektiğini kendine hatırlattı, sadece bir adım önündekine odaklanmalıydı.

      Her seferinde bir adım, dedi kendine. Bu şekilde düşünmek ona daha iyi geliyordu.

      Reece bir başka tutunma noktası bularak bir adım daha aşağı indi, sonra bir tane daha ve ritmini bu şekilde yakaladı.

      “DİKKAT ET!” diye bağırdı biri.

      Etrafında başlayan küçük çakıl yağmuruna anlam vermeye çalıştı Reece, kafasına ve omuzlarına düşüyorlardı. Kafasını yukarı kaldırdığında kocaman bir kayanın aşağı yuvarlandığını gördü, kendini çekti; kıl payı kurtulmuştu.

      “Af edersin!” diye aşağı bağırdı O’Connor. “Gevşek bir kayaymış!”

      Reece, yeniden aşağı dönüp sakin kalmaya çalışırken kalbinin ağır geldiğini hissetti. Dibin nerede olduğunu öğrenmeye can atıyordu, uzandı ve omzunda duran küçük kaya parçasını aldı, aşağı bakarak yuvarladı.

      Bir ses çıkarıp çıkarmayacağını görmek için bekledi.

      Hiç ses gelmedi.

      Şüpheleri güçlendi. Kanyonun nerede bittiği ile ilgili hala hiç bir işaret yoktu. Ellerinde bu gerçekle ve şimdiden titreyen bacaklarıyla bu inişin sonunu getirebileceklerinden emin değildi. Reece yutkundu, inişe devam ederken kafasına türlü türlü düşünceler üşüştü. Ya Krog haklıysa? Ya burası dipsizse? Ya bu hesapsız bir intihar göreviyse?

      Reece bir adım atarak bir kaç adım birden indi, yeniden hız kazandığı sırada, bir vücudun kayaya sürtme sesini duydu ve ardından da bir çığlık geldi. Yanı başında bir hareket hissettiğinde döndü ve Elden’ı gördü, yanından çok hızlı geçerek düşüyordu.

      Reece içgüdüsel olarak elini uzattı ve tam yanından kayarken Elden’ın bileğini tutmayı başardı. Neyse ki Reece diğer eliyle kayayı sıkı sıkı tutuyordu ve dolayısıyla Elden’ı tüm gücüyle yakaladı böylece aşağıya kaymasını engelledi. Elden çabalasa da ayağını koyacağı bir yer bulamıyordu, iri cüsseli ve ağırdı; Reece gücünün tükendiğini hissediyordu.

      Indra çabucak aşağı indi ve Elden’ın diğer bileğine uzanıp onu tutu, Elden çırpınsa da ayak yeri bulamıyordu.

      “Çıkıntı bulamıyorum!” diye bağırdı Elden, sesinde panik vardı. Güçlü tekmeler savurdu, Reece artık onu daha fazla tutamayacağından ve onunla beraber dibi boylayacağından korkuyordu. Çabucak düşündü.

      Reece aşağı inmeye başlamadan önce O’Connor’ın gösterdiği ipi ve kancayı, kuşatma anında surlara tırmanmalarına yardım eden aracı hatırladı. Belki ihtiyacımız olur, demişti O’Connor.

      “O’Connor, ipi ver!” diye bağırdı. “Aşağı at onu!”

      Reece yukarı baktı ve O’Connor’un belinden ipi çıkarmasını, kaykılarak  kancayı kayaya gömmesini izledi. Tüm gücüyle soktu, bir çok kez denedi ve aşağı sarkıttı. İp Reece’in yanından aşağı sallandı.

      Daha geç gelse hiç şansı olmayacaktı. Elden’ın kaygan avuçları Reece’in elleri arasından kayıyordu, geriye doğru düşüşe geçtiği sırada Elden uzanıp ipi tuttu. Soluksuz kalan Reece, onu taşıması için dua etti.

      Taşıdı da. Elden yavaşça kendini yukarı çekti ve nihayet geniş bir ayak yeri buldu. Çıkıntıda durarak nefesini geri almaya, eski dengesini bulmaya çalıştı. Derin bir nefes aldı, Reece de rahatlamıştı. Ucuz atlatmıştı.

*

      İnişlerine durmaksızın ne kadar süre geçtiğini bilmeden devam ettiler. Gökyüzü karardı, Reece soğuğa rağmen ter döküyordu, her anı sanki son anı olabilir gibi hissediyordu. Elleri ve ayakları şiddetle titriyordu, kendi sesi kulaklarını dolduruyordu. Daha ne kadar dayanabileceğinden emin değildi. Eğer yakın bir sürede dibi bulamazlarsa hepsinin özellikle de gece çökerken durup dinlenmeleri gerekecekti. Ama sıkıntı, durup dinlenecekleri bir yerin olmamasıydı.

      Reece merak etmeden duramadı, eğer çok bitkin düşerlerse diğerleri birer birer düşmeye mi başlayacaktı?

      O sırada kayadan çıkan bir gürültü duyuldu, sonrasında küçük çapta bir çığ, tonlarca çakıl taşı aşağı dolu gibi yağıyor, Reece’in kafasına, yüzüne ve gözlerine geliyordu. Bir çığlık duydu ki bu diğerlerinden farklıydı, sanki bir ölüm çığlığıydı, işte o zaman kalbi duracak gibi oldu. Göz ucuyla tam da anlam veremediği bir hızda onu geçen bir vücut gördü.

      Reece uzanıp onu yakalamaya çalıştı ama olay çok hızlı gelişmişti. Tek yapabildiği dönüp Krog olduğunu anladığı vücudun havada uçmasını, sağa sola çarpmasını, bağırarak sırt üstü doğrudan hiçliğe doğru gitmesini izlemek oldu.

      ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

      Kendrick atın üstündeydi, yanında Erec, Bronson ve Srog yüzünü Tirus ve İmparatorluk’a döndüğünde ise önünde binlerce adam vardı. Hepsi de doğruca tuzağa düşmüşlerdi. Tirus hepsini satmıştı ve Kendrick anlamakta geç kalmıştı, ona inanmak büyük bir hataydı.

      Kendrick önüne baktı, sağında, vadinin sırtında, okları hazır binlerce İmparatorluk askerini gördü solunda ve arkasında bir o kadar daha vardı. Kendrick’in bir kaç bin adamı bu sayıdaki askerleri asla yenemezdi. Denemek bile katliam demekti. Çekilmiş tüm o yaylarla, en küçük bir hareketi bile adamlarının katledilmesi demekti. Coğrafi olarak, vadinin başlangıcında olmaları da kar etmiyordu. Tirus pusunun yerini güzel seçmişti.

      Kendrick orada çaresizce duruyordu, yüzü öfke ve hiddetle yanıyordu, tatmin olmuş kendi kendine gülümseyerek atında oturan Tirus’a baktı. Yanında dört oğlu ve onların yanında İmparatorluk komutanı duruyordu.

      “Para senin için bu kadar önemli miydi?” diye sordu Kendrick Tirus’a, ondan sadece on adım uzaktaydı, sesi çelik gibi soğuktu. “Kendi insanlarını, kendi kanından olanları satar mıydın?”

      Tirus hiç bir pişmanlık belirtisi göstermedi, gülümsemesi daha da yayıldı.

      “Halkınla


Скачать книгу