Ejderhaların Yükselişi . Морган Райс

Читать онлайн книгу.

Ejderhaların Yükselişi  - Морган Райс


Скачать книгу
Diğerlerinin iki katı kadar uzun, diğerlerinin iki katı genişlikte omuzlara sahip, aklar düşmüş dağınık kahverengi sakal ve uzunca kahverengi saçlı, omuzlarında bir kürk taşıyan, belinde iki uzun kılıç ve sırtında da bir mızrak asılı, dağ gibi bir adamdı. Göğüslüğünde hanedanın simgesi olan bir ejderha oyması olan Volis siyahı olan bir zırhı vardı. Silahları birçok savaştan deneyimini yansıtan çentikler ve çiziklerle doluydu. Korkulması gereken bir adamdı. Hayran olunması gereken bir adamdı. Ve herkesin adil ve dürüst olduğunu bildiği bir adamdı. Sevilen ve hepsinden ötesi, saygı duyulan bir adam…

      “Bu Kyra’nın avı,” diye tekrarladı. Ağabeylerine hoşnutsuz şekilde bir baktıktan sonra Lordun Adamlarını görmezden gelerek Kyra’ya döndü. “Bu avın kaderine karar verecek olan odur.”

      Kyra babasının sözleri karşısında şoke olmuştu. Bunu hiç beklemiyordu. Böylesine bir sorumluluğu ona yüklemesini ve böylesine ağır bir karar verme işini ona bırakmasını hiç beklemiyordu. Bu kararın sadece bir yabandomuzuyla ilgili olmadığını; aynı zamanda halkının da kaderiyle ilgili olduğunu her ikisi de çok iyi biliyordu.

      Her iki tarafta da gergin askerler, elleri kılıçlarında bekliyordu. Ve onun vereceği tepkiyi bekleyen, ona dönük yüzlere baktığında, az sonra yapacağı seçimin, az sonra söyleyeceği sözlerin hayatında yaptığı en önemli seçim ve en söylediği önemli sözler olacağının farkındaydı.

      BÖLÜM DÖRT

      Merk yönünü Beyaz Orman’a çevirip, orman yoluna doğru indi ve hayatını gözden geçirdi. Kırk yılı oldukça zor geçmişti. Daha önce hiç etrafındaki güzelliğe hayran olmak için orman yoluna girmemişti. Ayaklarının altında çıtırdayan ve asasıyla yumuşak orman zeminine vurdukça sesleri belirginleşen beyaz yapraklara baktı. Yürümeye devam ettiği sırada yukarıya baktı ve parlayan beyaz yaprakları, parlak kırmızı dalları ile sabah güneşi altında pırıl pırıl görünen Aesop ağaçlarının güzelliğine daldı. Yapraklar dökülüyor ve kar yağıyormuş gibi bir görüntü oluşturuyordu. Hayatında ilk defa gerçekten bir huzur hissetti.

      Ortalama boyu ve yapısı, koyu siyah saçları, hiçbir zaman tıraş görmemiş yüzü, geniş çenesi, uzun ve çıkık elmacık kemikleri ve altlarında halkalar olan büyük siyah gözleriyle Merk her zaman sanki günlerdir uyumamış gibi görünür ve her zaman da öyle hissederdi. Fakat şimdi, nihayet artık dinlenmiş hissediyordu. Burada, Escalon’un kuzeybatı köşesindeki Ur’da kar yoktu. Isı okyanus üzerinden geliyordu ama oradan bir günlük mesafede, batıda, daha ılıman bir havayı garanti ediyor ve yaprakları rengârenk tonlara boyuyordu. Ayrıca Merk’in de geçici de olsa sadece bir pelerinden başka bir şey giymemesini sağlıyor ve Escalon’da sıkça yaptıkları gibi dondurucu rüzgârlardan korunmaya çalışmasına gerek bırakmıyordu. O hala bir zırh giyiyor olmak yerine pelerin giyiyor, bir kılıç yerine bir asa taşıyor ve düşmanlarını hançerlemek yerine yapraklara vuruyor olmanın üzüntüsünü yaşıyordu. Bunlar kendisine tamamen yeniydi. Hep olmak için can attığı bu yeni kişi olmanın nasıl bir his olduğunu anlamaya çalışıyordu. Huzurluydu fakat çok da garipti. Sanki olmadığı biri gibi davranıyor gibi hissediyordu.

      Merk bir gezgin, bir keşiş değildi; huzur dolu bir adam ise hiç değildi. Kanında hala savaşçılık vardı ve sıradan bir savaşçı değil; kendi kuralları olan ve hiç savaş kaybetmemiş bir savaşçıydı. Savaşını atlı mızrak dövüş alanlarından, sık gitmeyi sevdiği tavernaların arka sokaklarına taşımaktan korkmamış bir adamdı. Bazılarının paralı asker dediği tipte biriydi. Bir suikastçı. Kiralık katil. Bazısı çok da onur verici olmayan birçok adı vardı fakat Merk etiketlere veya başkalarının düşüncelerine önem veren biri değildi. Önem verdiği tek şey en iyilerden biri olduğu konuydu.

      Merk, rolüne uygun şekilde, birçok kez, kendi isteğiyle isim değiştirmişti. Babasının ona verdiği ismi sevmiyordu. Aslında babasını da sevmiyordu ve başkasının ona yapıştırdığı bir isimle hayatını geçirecek biri değildi. Merk kendine verdiği son isimdi ve bunu seviyordu. Şimdilik! İnsanların ona nasıl seslendiğini hiç umursamazdı. Hayatta önem verdiği iki şey vardı: hançerinin ucu için mükemmel noktayı bulmak ve ona yeni çıkmış altınla ve bundan çok miktarlarda, ödeme yapan iş verenleri.

      Merk daha genç yaşında bir yeteneği olduğunu fark etmişti. Yaptığı şeyde başkalarından çok üstteydi. Ağabeyleri, babaları ve tüm ünlü ataları gibi, en iyi zırhları kuşanan, en iyi çeliği kullanan, atlarını şaha kaldıran, tumturaklı saçlarıyla bayraklarını dalgalandıran ve hanımlar ayaklarına çiçekler fırlatırken turnuvaları kazanan, gururlu ve soylu şövalyelerdi. Kendileriyle daha fazla gurur duyamazlardı.

      Merk ise şatafattan ve ilgi odağı olmaktan nefret ederdi. Bu şövalyeler öldürmek konusunda çok yeteneksiz ve oldukça etkisiz görünüyorlardı. Merk’in hiçbirine saygısı yoktu. Şövalyelerin çok istediği itibar, nişanlar, bayraklar veya armalara da ihtiyacı yoktu. Bunlar, gerçekten önemli şeyleri eksik olan insanlara göreydi: bir insanın canını, hızla, sessizce ve etkili bir şekilde alma becerisi. Aklında, konuşulacak başka hiçbir şey yoktu.

      Gençliğinde, kendileriyle uğraşılan ve kendini savunamayacak kadar küçük olan arkadaşları, onun kılıç konusunda sıra dışı biri olduğunu bildiklerinden ona gelirlerdi ve o da arkadaşlarını korumak için ücret alırdı. Merk olaya karıştığında arkadaşlarını rahatsız eden kabadayılar bir daha asla onlarla uğraşamazdı. Maharetleri hakkındaki konuşmalar hızla yayıldı ve Merk daha fazla ödeme aldıkça öldürme yetenekleri de daha fazla gelişti.

      Merk bir şövalye, ağabeyleri gibi ünlü bir savaşçı olabilirdi. Fakat o karanlıklarda çalışmayı tercih etmişti. Onu ilgilendiren tek şey kazanmak ve öldürme yetkinliğiydi. O harika silahlar ve ağır zırhlar kuşanmış şövalyelerin hiçbirinin, kendisi, sadece deri bir bluz giyen ve keskin bir hançeri olan, bir adam, kadar hızlı veya etkili şekilde öldüremeyeceklerini fark etmişti.

      Yaprakları dürterek yürümeye devam ettiği sırada ağabeyleriyle tavernada olduğu sırada rakip şövalyelerle kılıçların çekildiği bir geceyi hatırladı. Ağabeylerinin etrafı sarılmıştı ve sayıca azlardı. Tüm o süslü şövalyeler seremoniyle uğraşırken Merk bir an bile tereddüt etmemiş, Hançerini çekip meydana fırlamış ve daha adamlar kılıçlarını bile çekemeden boğazlarını kesivermişti.

      Ağabeyleri, hayatlarını kurtardığı için ona teşekkür edecekleri yerde aksine ondan uzaklaşmışlardı. Ondan korkmuşlar ve onu hor görmüşlerdi. Yaptıkları karşında gördüğü minnettarlık buydu ve ihanet Merk’i her şeyden çok yaralamıştı. Onlarla arasındaki uçurum genişlemişti; tüm o soyluluk ve şövalyelikle arasındaki uçurum genişlemişti. Bütün bunlar ona göre bir riyakârlık, bir bencillikti. Onlar o parlak zırhları ile yürüyüp gidebilir ve kendisini hor görebilirlerdi; ama orada olmasa ve hançeri olmasa o gün arka sokakta ölü yatıyor olurlardı.

      Merk yürüdü, yürüdü. İç çekiyor ve geçmişi unutmaya çalışıyordu. Düşündükçe yeteneğin kaynağını hiçbir zaman gerçekten anlamadığını fark etti. Belki hızlı ve çevik oluşundan, belki elleri ve bileklerini çok hızlı kullanabiliyor olmasından, belki insanların ölümcül noktalarını bulmakta özel bir yeteneği olduğundan, belki ileri gitmekten ve başkalarının korktuğu son darbeyi vurmaktan hiçbir zaman tereddüt etmemiş oluşundan, belki hiçbir zaman iki kez saldırmak zorunda kalmamış oluşundan veya belki de doğaçlama yapabiliyor oluşundandı. O an elinde ne varsa öldürme aracı olarak kullanabilirdi, bir telek, bir çekiç veya yaşlı bir köpek. Başkalarından daha kurnazdı, şartlara daha kolay uyum sağlıyordu ve hızlı koşuyordu; ölümcül kombinasyon.

      Büyüdükçe, tüm o gururlu şövalyeler


Скачать книгу