Azla Mutlu Olmak. Фрэнсин Джей
Читать онлайн книгу.en ucuz fiyatı araştırmak, bunu satın almak için gereken parayı kazanmak (ya da ödünç almak), mağazaya gitmek, eve getirmek, koyacak bir yer bulmak, nasıl kullanılacağını öğrenmek, temizlemek (ya da çevresini temizlemek), bakımını yapmak, fazladan parça satın almak, sigortalamak, korumak, bozmamaya çalışmak, bozulduğunda tamir etmek ve bazen de artık elinizde olmadığında bile ödemeler yapmaya devam etmek. Şimdi bunları evinizdeki eşyaların sayısıyla çarpın. Vay canına! Bu gerçekten de yorucu!
Tüm eşyalarımızın bakıcısı olmak tamzamanlı bir iş olabilir. Aslında endüstrilerin hepsi eşyalarımızın bakımında bize yardımcı olmak için doğmuştur. Her bir eşya için özel temizlik ürünleri pazarlayan şirketler bundan servetler kazanmıştır – giysilerimiz için deterjanlar, gümüşlerimiz için cilalar, mobilyalarımız için balmumları, elektronik eşyalarımız için sprey toz alıcılar ve derilerimiz için bakım ürünleri. Sigorta sektörü otomobillerimizin, mücevherlerimizin ya da sanat eserlerimizin hasar görebilme ya da çalınabilme olasılığı üstünden boy atar. Kilit üreticileri, alarm şirketleri ve kasa üreticileri eşyalarımızı soyguna karşı korumayı vaat eder. Tamirciler kırılan eşyalarımızı tamir etmeye hazır ve nazırdırlar, nakliyeciler ise onları paketleyip başka yere götürüvermek için.
Bizden talep edilen tüm zaman, para ve enerji karşısında eşyalarımızın bize sahip olduğunu düşünmeye başlayabiliriz – tersi değil miydi olması gereken?
Yaşadığımız stresin ne kadarının eşyalardan kaynaklandığına yakından bir göz atalım. En başta, bir şeylerimizin olmaması nedeniyle strese gireriz. Belki bir mağazada ya da reklamda bir şey gördük ve aniden o âna kadar bu olmadan nasıl yaşayabildiğimize hayret ettik. Komşumuzda ondan bir tane var, kız kardeşimize hediye geldi ve iş arkadaşımız geçen hafta bir tane satın aldı, tanrım buna sahip olmayan tek kişi ben miyim? Bir çeşit mahrumiyet duygusu içimizi kemirmeye başlar…
Böylece, buna nasıl sahip olacağımız sorusu bizi strese sokar. Ne yazık ki bize bunu verecek birisini tanımıyoruz, bu yüzden de gidip satın almak zorundayız. Fiyatları kontrol etmek için mağazadan mağazaya gideriz (ya da siteden siteye geziniriz) ve bir indirim olmasını dileriz. Tam o anda bunu satın almaya gücümüzün yetmeyeceğini biliriz ama şimdi istemekteyiz. Bu yüzden biraz para buluştururuz, fazladan çalışırız ya da kredi kartını kullanır, daha ileride ödeyebilmeyi umut ederiz.
En sonunda onu satın alacağımız parlak gün gelir, artık bizimdir! Güneş pırıldar, kuşlar şarkı söyler ve bütün stres uçup gider. Değil mi? Bir daha düşünün. Mademki bu kadar para harcadık, ona iyi bakmalıyız. Sadece yeni bir şeye sahip değiliz, yeni sorumluluklarımız da var.
Düzenli olarak temizlediğimizden emin olmalıyız, zira toz ve kir çalışmasını engelleyip ömrünü kısaltabilir. Çocukların ve kedimizin erişemeyeceği bir yerde saklamalıyız. Kendimiz kullanırken de özel dikkat göstermeliyiz ki kırmayalım, bozmayalım ya da lekelemeyelim. Akla yatkın gelmiyor mu bunlar? Kaç defa yeni bir otomobili otoparkın en uzak köşesine park ettiniz veya bir çizik ya da vuruk fark edince gününüzün mahvolduğunu hissettiniz? Ya o pahalı ipek bluzun üstüne salça sıçrattığınızda?..
Sonra, bir şeyler –kaçınılmaz olarak– ters gittiğinde nasıl düzelteceğimiz konusunda strese gireriz. Kullanım kılavuzlarını tarar ya da internette çözüm önerisi ararız. Gidip gerekli aletleri ya da yedek parçaları alırız. Başaramazsak tutup bir tamirciye götürürüz. Ya da erteler dururuz, çünkü meseleyle nasıl başa çıkacağımızı bilemeyiz (ya da özellikle bilmek istemeyiz.) Orada bir köşede, bir çekmecede ya da bodrumda durur ve zihnimizde ağırlık yapmaya devam eder. Belki bozmadık da sadece ondan sıkıldık. Hangisi olursa olsun, bu kadar çok para ve zaman harcamış olmaktan biraz suçluluk ve huzursuzluk duyarız. Peşinden başka bir reklam görürüz ve tamamen farklı bir şey aklımızı çeler, bu daha da heyecan vericidir. Hayır olamaz, işte her şey yeniden başlıyor…
Günlerimiz asla yeterince uzun değilse belki de bunun suçlusu eşyalarımızdır. Kaç değerli saatimizi kuru temizlemeciye koşarak harcadık, kaç cumartesi yağ değiştirmeye ya da araba tamirine feda edildi, kaç izin günü eşyalarımızı tamir eder ya da bakımlarını yaparken (ya da bir teknisyenin gelmesi için beklerken) geçip gitti? Kırılan bir vazo, çatlayan bir tabak ya da kilimdeki çamur yüzünden ne kadar çok acı çektik (ya da çocuğumuzu azarladık)? Sahip olduğumuz eşyalar için temizlik ürünü, parça ve aksesuvar almak için ne kadar zaman tükettik?
Günlerimiz asla yeterince uzun değilse belki de bunun suçlusu eşyalarımızdır.
Bir mola alalım ve genç yetişkinler olarak ne kadar tasasız ve mutlu olduğumuzu hatırlayalım. Tesadüf değil, bu dönemde muhtemelen çok az eşyaya sahiptik. Hayat o zamanlar daha basitti: Ev kredisi yok, araba borcu yok, sigortalayacak tekne yok. Öğrenmek, yaşamak ve eğlenmek sahip olduğumuz şeylerden çok daha önemliydi. Dünyanın bütün nimetleri ayaklarımızın altındaydı ve her şey mümkündü! İşte minimalistler olarak yeniden ele geçirebileceğimiz mutluluk budur! Basitçe, eşyalarımızı ait oldukları yere koymalıyız ki dikkatimizden aslan payını almasınlar.
Bunu söylemek, tek odalı evler kiralamamız ya da bunları sandık ve ikinci el kanepelerle süslememiz gerektiği anlamına gelmiyor. Tam tersine, şimdilik hayal edelim ki şu andaki eşyalarımızın sadece yarısına sahibiz. Bu bile büyük rahatlama! Yüzde elli daha az iş ve endişe! Yüzde elli daha az temizlik, bakım ve tamir! Yüzde elli daha az kredi kartı borcu! Bu fazladan kalan zaman ve parayla ne yapacağız peki? İşte kafamızda bir ampul yandı bile. Minimalist olmanın güzelliğini görmeye başlıyoruz.
4. Az Eşya = Çok Özgürlük
Eğer hayatta bir kere karşınıza çıkabilecek, olağanüstü bir teklif alsaydınız ama bu yüzden bir hafta içinde ülkenin diğer ucuna taşınmanız gerekseydi? Heyecanlanıp planlar yapmaya mı başlardınız? Yoksa evde çevrenize bakıp her şeyi nasıl zamanında paketleyeceğiniz konusunda endişe mi ederdiniz? Tüm eşyalarınızı binlerce kilometre öteye taşıma düşüncesi karşısında umutsuzluğa mı düşerdiniz (daha da kötüsü, bunu tamamen saçma mı bulurdunuz)? Zahmete girmeye değmez, durduğum yerde duruyorum, belki başka bir zamanda başka bir fırsat çıkar, kararına varma olasılığınız nedir?
Düşünmesi bile delice gelebilir ama eşyalarınız sizi yerinizde tutma gücüne sahip olur mu? Çoğumuz için yanıt “evet” olabilir.
Şeyler çapaya dönüşebilir. Bizi yere bağlayabilir ve yeni ilgi alanları araştırmaktan, yeni beceriler geliştirmekten alıkoyabilirler. İlişkilerin, kariyer başarılarının ve aileyle geçirilebilecek zamanın yoluna çıkabilirler. Enerjimizi ve macera duygumuzu tüketebilirler. Hiç eviniz birilerini ağırlamak için çok dağınık olduğundan bir ziyareti kabul etmekten kaçındığınız oldu mu? Kredi kartı ödemeleri için fazladan çalıştığınızdan çocuğunuzun maçına gidemediğiniz oldu mu? Eve göz kulak olacak kimse yok diye egzotik bir tatilden vazgeçtiniz mi?
Oturduğunuz odadaki her şeye bir bakın. Bu nesnelerden her birinin –her bir tekil mülkiyetin– size iple bağlı olduğunu hayal edin. Bazıları kollarınıza bağlıdır, diğerleri belinize ya da bacaklarınıza. (Daha da dramatik bir etki için gözünüzün önüne zincirler getirin.) Tüm bu şeyler peşinizden sürüklenir, tıngırdar, çıngırdarken ayağa kalkıp dolaşmaya çalışın. Kolay değil herhalde. Muhtemelen fazla uzağa gitmeyi ve fazla bir şey yapmayı başaramayacaksınız. Pes edip gerisingeriye oturmanız ve durduğunuz yerde durmanın daha az çaba gerektirdiğini kavramanız çok zaman almayacaktır.
Benzer şekilde, aşırı eşya yığını ruhlarımız için de yük olabilir. Sanki tüm bu nesnelerin kendi kütlesel çekim alanları varmış da bizi aşağı