Beşinci Kadın. Хеннинг Манкелль
Читать онлайн книгу.dükkânın sahibi siz değilsiniz, değil mi?”
“Dükkânın sahibi Gösta Runfeldt. Ben onun yardımcısıyım.”
“Eğer doğru anlamışsam Gösta Runfeldt kent dışındaymış, öyle mi? Onunla bağlantı kurdunuz mu?”
“Bu mümkün değil.”
Wallander kadına dikkatle baktı.
“Neden?”
“Kenya’da orkide safarisine çıktı da ondan.”
Wallander kadının söylediklerini düşündü.
“Bir şey daha sormak istiyorum. Orkide safarisi ne demek?”
“Gösta orkide tutkunudur,” diye karşılık verdi kadın. “Orkideler hakkında her şeyi bilir. Var olan her tür orkideyi gidip yerinde görüp incelemiştir. Orkidelerin tarihine ilişkin bir kitap yazıyor. Şimdi de Kenya’da. Tam olarak nerede olduğunu ben de bilmiyorum. Önümüzdeki çarşamba döneceği bilgisi dışında bir şey bilmiyorum.”
Wallander başını tamam dercesine salladı.
“Döndüğünde onunla konuşmamız gerekecek,” dedi. “Emniyeti aramasını söyler misiniz?”
Vanja Andersson söyleyeceğine söz verdi. Dükkâna bir müşteri geldi. Höglund’la Wallander yağmurun altında hızlı adımlarla yürüyerek arabaya bindiler. Wallander arabayı çalıştırdı.
“Hırsız bir yanlışlık sonucu bu dükkâna girmiş olabilir, elbette,” dedi Wallander. “Yanlış pencerenin camını kırmış olabilir. Hemen yanda bilgisayar dükkânı var.”
“Peki ama yerdeki kan gölüne ne diyeceksin?”
Wallander omuz silkti.
“Belki de hırsız bir yerini kestiğini fark etmemiştir. Elleri iki yanında şaşkınlıkla çevresine bakmış olabilir. Kolundan akan kan olduğu yerde hiç kıpırdamadan durduğundan yerde küçük bir göl oluşturmuş olabilir.”
Höglund onaylarcasına başını salladı. Wallander yola koyuldu.
“Bu, sigorta şirketini ilgilendiren bir olay,” dedi. “Daha fazla bir şey çıkacağını sanmıyorum.”
Sağanak yağmurun altında emniyete döndüler.
26 Eylül 1994 Pazartesi sabahı saat on birdi.
Wallander’in Roma’yla ilgili anıları her geçen dakika canlılığını yitiriyordu.
3
27 Eylül Salı günü Skåne’de hava yağışlıydı. Meteorologlar sıcak geçen yazdan sonra sonbaharın yağışlı geçeceğini tahmin etmişlerdi. Bunda da haklı oldukları anlaşılıyordu.
İtalya yolculuğundan sonraki ilk iş gününün akşamı Wallander eve gelince ayaküstü yiyecek bir şeyler hazırlayıp yedi. Stockholm’de oturan kızını defalarca aradı ama ulaşamadı. Balkon kapısını açtı. Yağmurun getirdiği serin hava içeri doldu. Kızı Linda’nın telefon edip tatilinin nasıl geçtiğini sormamasına canı sıkılmıştı. Bir kez daha kızına telefon etti, telefon yine açılmayınca bu kez kızının işlerinin çok yoğun olduğunu düşünüp kendini rahatlatmaya çalıştı. Sonbaharda Linda hem özel bir tiyatro okuluna başlamıştı hem de Kungsholmen’deki bir restoranda garsonluk yapıyordu.
O akşam geç bir saatte Riga’da oturan Baiba’yı aradı. Roma’dayken genç kadını bir türlü aklından çıkaramamıştı. Birkaç ay önce Wallander, kafa derisi yüzen seri katilin yakalanmasından sonra genç kadınla Danimarka’da kısa bir tatil yapmıştı. Tatillerinin son günü Baiba’ya evlenme teklifi etmişti. Baiba ona kesin bir hayır dememekle birlikte isteksizliğini açıklamak için de herhangi bir neden ileri sürmemişti. İki denizin buluştuğu Skagen’deki uçsuz bucaksız kumsalda yürüyorlardı. Wallander uzun yıllar önce bir kez karısı Mona’yla bu kumsalda yürümüştü, bir kez de polis teşkilatından ayrılmayı ciddi bir şekilde düşündüğü sıralarda.
Danimarka’da hava akşamları oldukça sıcak ve nemli oluyordu. Dünya kupası maçları yüzünden insanlar televizyonlarının önünden kalkmıyorlardı. Bu yüzden de kumsalda hemen hemen onlardan başka kimse yoktu. Ağır adımlarla yürümüşler, Baiba renkli çakıl taşları toplamış ve bir kez daha bir polisle yaşayabilmesinin mümkün olamayacağını düşündüğünü söylemişti. Letonyalı bir polis olan kocası Karlis 1992 yılında öldürülmüştü. Wallander, Baiba’yla işte o günlerde Riga’da tanışmıştı. Roma’dayken kendisine gerçekten de yeniden evlenmeyi isteyip istemediğini defalarca sorup durmuştu. Evlenmek gerçekten de gerekli miydi? Günümüzde ve çağımızda artık hemen hemen hiçbir anlamı kalmayan yasal ve karmaşık bağlarla bağlanmanın bir anlamı var mıydı? Uzun süre Linda’nın annesiyle evli kalmıştı. Sonra bir gün, beş yıl önce, karısı ortada hiçbir şey yokken birdenbire boşanmak istediğini söylemişti. Wallander’in ağzı şaşkınlıktan bir karış açık kalmıştı ama karısının o günlerde ne demek istediğini, yeni bir yaşama tek başına başlama isteğinin arkasındaki nedenleri şimdi yeni yeni anlıyordu. Evliliklerinin neden o noktaya geldiğini anlaması uzun sürmüştü. İşi gereği eve geç saatlerde gelmesinden ve Mona’yla yeteri kadar ilgilenmemesinden ötürü evliliklerinin yürümemesinde kendi payının büyük olduğunu düşünmeye başlamıştı.
Roma’dayken Baiba’yla gerçekten evlenmek istediğine karar vermişti. Onun Letonya’dan taşınıp Ystad’a yerleşmesini çok istiyordu. Maria Caddesi’ndeki dairesini satıp ev almaya bile karar vermişti. Büyükçe bir bahçesi olan, kent dışında bir ev alacaktı. Çok pahalı bir ev olmasına gerek yoktu ama iyi durumda olması önemliydi. Gerekli onarımı kendisi yapabilirdi. Ayrıca uzun zamandan beri istediği köpeği de alabilirdi.
Ystad’da sağanak olanca hızıyla sürerken tüm bunları Baiba’ya açtı. Bu aslında Roma’da kafasında kurduğu konuşmanın bir devamı niteliğindeydi. Ara sıra kendi kendine yüksek sesle konuşmaya da başlamıştı. Neden söz ettiğini anlamayan babasıysa bunun ne anlama geldiğini sormamış, Roma sokaklarında dolaşmayı sürdürmüştü. Wallander acaba hangisinin yaşlandığını ve bunamaya başladığını sormaktan alıkoyamamıştı kendini.
Baiba, Wallander’in sesini duymaktan memnun olmuştu. Wallander ona Roma yolculuğundan söz ettikten sonra yazdan kalan sorusunu yineledi. Bir süre için Riga ile Ystad arasında bir sessizlik oldu. Daha sonra Baiba o günden beri bu konuyu düşündüğünü söyledi. Hâlâ bazı kuşkuları vardı ama kuşkuları güçlenmek yerine azalıyordu.
“Buraya gelsene,” dedi Wallander. “Bu, telefonda konuşulacak bir şey değil.”
“Haklısın,” diye karşılık verdi genç kadın. “Geleceğim.”
Bu buluşmanın ne zaman olacağına karar vermemişlerdi. Bunu daha sonra konuşurlardı. Baiba, Riga Üniversitesi’nde çalıştığı için öncelikle izin alması gerekiyordu. Wallander telefonu kapattığında yaşamında yeni bir bölümün başladığını yüreğinde hissetti. Baiba gelecekti. Evleneceklerdi.
O gece kolayca uyuyamadı. İki kez kalkıp mutfak penceresinden yağmuru izledi. Rüzgârda sallanan sokak lambasına baktı.
Gece doğru dürüst uyuyamamasına karşın salı sabahı erkenden kalktı. Yediyi biraz geçe arabasını emniyetin parkına bıraktıktan sonra yağmur ve rüzgârda koşarak binaya girdi. Erkenden oto hırsızlığı dosyası üstünde çalışmak istiyordu. Erteledikçe hevesi de kaçıyordu. Ceketini kuruması için ziyaretçi koltuklarından birinin üstüne koydu. Sonra da neredeyse yarım metre yüksekliğindeki dosyaları aldı. Kapısı vurulduğunda dosyaları tarih sırasına göre düzenliyordu. Wallander gelenin Martinson