Bir Adım Geriden. Хеннинг Манкелль
Читать онлайн книгу.“Pazartesiye kadar beklemek zorundayız.”
“Ölüm saatini öğrenmemiz gerekli,” dedi Wallander. “Bunu öğrenir öğrenmez de bir başlangıç noktamız olacacak.”
“Dosyaları inceledim,” dedi Martinson. “Ne cinayet ne de soyguna benziyor.”
“Soygun amaçlı olup olmadığından emin değiliz,” dedi Wallander.
“Başka ne olabilir ki?”
“Bilmiyorum. Şimdi gidip Ylva Brink’le görüşmeliyim. Yarın sabah dokuzda görüşürüz.”
Odasına gidince kendisiyle hemen görüşmek istediğini belirten Lisa Holgersson’un notunu gördü. Wallander onu aradı ama bulamadı, danışmaya gitti. Ebba gitmişti.
“Lisa eve gitti,” dedi danışmadaki polis.
Wallander akşam daha geç bir saatte onu evden aramaya karar verdi. Danışmanın önünde bekledi, birkaç dakika sonra Ylva Brink geldi. Wallander odasına giderlerken kahve isteyip istemediğini sordu ama kadın istemedi.
Bu görüşmede teyp kaydı almaya karar vermişti. Genelde Wallander konuşmaların banda alınmasından yana değildi, bu ona iki kişi arasındaki konuşmaların üçüncü bir kişi tarafından çaktırılmadan dinlenmesi gibi gelirdi ama bu kez Ylva Brink’le yapacağı görüşmenin her sözcüğünü kaydetmek istiyordu. Ylva Brink’e bir sakıncası olup olmadığını sorunca yok yanıtını aldı.
“Bunu bir sorgulama gibi düşünme,” dedi. “Konuştuklarımızı kelimesi kelimesine hatırlamak istiyorum. Bu cihaz benim belleğimden çok daha iyi.”
Kayıt düğmesine basınca bant dönmeye başladı. Saat yediyi on dokuz geçiyordu.
“9 Ağustos 1996, Cuma,” dedi Wallander. “Komiser Karl Evert Svedberg’in kasten ya da kaza sonucu öldürülmesine ilişkin Ylva Brink’le yapılan görüşme.”
“Başka ne tür olasılıklar söz konusu?” diye sordu Ylva Brink.
“Polis terminolojisinde bu tür ağdalı ifadeler çoktur,” dedi Wallander. Kulağa yapmacık geldiğinin bilincindeydi.
“Birkaç saat geçti, bu arada biraz düşünmüş olabilirsin. Büyük olasılıkla sen de bizler gibi neden diye sorup duruyorsundur kendine. Cinayet, cinayeti işleyen kişinin dışında herkese genellikle anlamsız gelir.”
“Hâlâ onun öldürüldüğüne inanamıyorum. Birkaç saat önce eşimle konuştum, gemilerde uydu telefonları var biliyorsun. Kafayı yediğimi düşündü ama olayı kocama anlatırken kendi sesimi duyunca tüm bunların gerçek olduğunu anladım.”
“Seninle aradan biraz zaman geçtikten sonra konuşmayı yeğlerdim ama ne yazık ki soruşturmaya bir an önce başlamamız için şimdi konuşmak zorundayım. Katili en kısa zamanda yakalamak zorundayız. İçimizde bir yara açıldı ve bu yara her geçen dakika daha da büyüyor.”
Ylva Brink onu dikkatle dinliyordu.
“Şu Louise denen kadın,” dedi Wallander. “Karl Evert’in onunla yıllardan beri görüştüğü anlaşılıyor. Onu hiç gördün mü?”
“Hayır.”
“Svedberg sana ondan söz eder miydi?”
“Hayır.”
“Sana ilk kez ondan söz ettiğimde ilk tepkin ne olmuştu?”
“Doğru olduğuna inanmakta zorlanmıştım.”
“Peki, şimdi ne düşünüyorsun?”
“Doğru olduğu ortada ama anlamakta zorlanıyorum.”
“Mutlaka bir ara sen ve Karl Evert neden hiç evlenmediği konusunda bir şeyler konuşmuş olmalısınız. Neden evlenmedi?”
“Bekâr olmaktan çok mutlu olduğunu her fırsatta söylerdi.”
“Bu sözleri söylerken tavrı nasıldı? Garip miydi?”
“Ne demek istiyorsun?”
“Tedirgin miydi? Buruk muydu? Ya da yalan söylüyor gibi miydi?”
“Son derece inandırıcıydı.”
Wallander, Ylva Brink’in sesinde belli belirsiz bir duraksama olduğunu fark etmişti.
“Şu anda aklına bir şey geldiğini sanıyorum.”
Brink bunu hemen yanıtlamadı. Teyp belli belirsiz bir hışırtıyla çalışıyordu.
“Ara sıra onun bir şekilde farklı olduğunu…”
“Yani eşcinsel olduğunu mu demek istiyorsun?”
“Evet.”
“Neden böyle düşünürdün?”
“İnsan her türlü olasılığı düşünmeli.”
Wallander de zaman zaman Svedberg hakkında böyle düşündüğünü hatırladı.
“Doğru, haklısın.”
“Bir keresinde bu konu açılır gibi olmuştu. Birkaç yıl önce bir Noel yemeğine çağrılmıştı. Onu davet eden kişiyi ikimiz de tanıyorduk ve onun eşcinsel olup olmadığını tartışmıştık. Svedberg’in bu konuya nasıl bir tepki verdiğini dün gibi hatırlıyorum.”
“Arkadaşınızın eşcinsel olmasına mı tepki göstermişti?”
“Genel bağlamda eşcinsellikle ilgili tepki göstermişti. Çok tatsız bir konuşmaydı. Oysa ben onun her zaman anlayışlı ve hoşgörülü biri olduğunu sanırdım.”
“Sonra ne oldu?”
“Hiçbir şey. Bu konuyu bir daha açmadık.”
Wallander bir an düşündü. “Şu Louise’i nasıl bulabiliriz dersin?”
“Hiçbir fikrim yok.”
“Svedberg hiçbir zaman Ystad’dan ayrılmadığına göre Louise de burada ya da buraya çok yakın bir yerde oturuyor olmalı.”
“Öyle anlaşılıyor.”
Ylva Brink saatine baktı.
“Kaçta işbaşı yapman gerekiyor?” diye sordu Wallander.
“Yarım saat sonra. İşe geç kalmaktan hoşlanmam.”
“Aynen Karl Evert gibi. O da çok dakikti.”
“Evet, öyleydi. Nasıl derler, ha, saat gibi.”
“Svedberg nasıl biriydi?”
“Bu soruyu daha önce de sormuştun.”
“Evet, yine soruyorum.”
“İyi bir insandı.”
“Ne demek istiyorsun?”
“İyi. İyi bir insan. Onu daha başka nasıl tanımlayacağımı bilmiyorum. Zaman zaman öfkelenen iyi bir insandı ama bu çok da sık olmazdı. Biraz da utangaçtı. İşine sadıktı. Bazıları onun sıkıcı biri olduğunu düşünebilir. Soğuk, mesafeli ve yavaş biri olabilirdi ama çok zekiydi.”
Wallander, Ylva Brink’in Svedberg’i çok güzel tanımladığını düşündü, roller değişseydi o da Svedberg için hemen hemen aynı şeyleri söylerdi.
“En iyi arkadaşı kimdi?”
Ylva Brink’in yanıtı Wallander’i çok şaşırtmıştı.
“Sen olduğunu sanıyorum.”
“Ben mi?”
“Her zaman ‘Kurt Wallander benim en iyi arkadaşım,’ derdi.”
Wallander çok şaşırmıştı. Oysa Svedberg onun için her zaman bir iş arkadaşı olmuştu. İş