Aylak bir adamdan aylak düşünceler. Джером К. Джером
Читать онлайн книгу.basmakalıp sınırlamalar ekseninde sıkı sıkıya bağlanıyor. İdeal kahramanları az şeye sahip bir prens ve öyle olabilmek için birçokları aşkın büyüsüyle sağlam akıllarını kaçırır ve “hayata ve kullanıma, nama ve üne kapalı olurlar”.
Ve yine de siz kadınlar isterseniz bizi çok daha iyi yapabilirsiniz. ’Bu dünyayı Cennet gibi bir yere çevirmek tüm o vaizlerden çok size düşüyor. Kahramanlık ölmedi; o yalnızca yapılacak iş bulana kadar uyuyor. Onu asil görevlere uyandıracak olan sizlersiniz. Sizler şövalyelerden gelecek tapınmaya layık olmalısınız.
Siz, bizlerden daha üstün olmalısınız. Kızıl Haç Şövalyesi, Una için savaşa katılmıştır. Hiçbir boyalı, edalı saray kadını ejder tarafından doğranmasın diye… Ah, hanımlar, yüzde olduğu kadar akılda ve ruhta da zarif olun; olun ki cesur şövalyeler uğrunuza zafer kazanabilsinler! Ah, Kadın; bencillik, küstahlık ve gösteriş pelerinini fırlatıp at! Basit saflığının asil giysisinde bir kez daha kraliçe olarak öne çık. Şimdi onursuz bir üşengeçlik içindeki binlerce kılıç senin onurun için kınından çıkıp savaşa katılacaktır. Binlerce Sir Roland mızrağını hazırlayacak; Korku, Para Hırsı, Zevk ve Açgözlülük senin işaretinle toz duman olacaktır.
Âşık olduğumuz günlerde hangi asil işler için hazır olmadığımız söylenebilir ki? Onun uğruna ne asil hayatlar yaşamazdık ki? Aşkımız, uğruna ölebileceğimiz bir dindi. Delicesine âşık olduğumuz kişi, bizler gibi sıradan bir insan evladı değildi. Egemenliğini kabul ettiğimiz bir kraliçe, taptığımız bir tanrıçaydı.
Hem de nasıl çılgınlar gibi tapardık! Ve ne kadar da tatlıydı tapmak! Ah, delikanlı, hâlâ devam ediyorken, aşkın erkence gördüğün rüyasının değerini bil! Sen de yakında küçük Tom Moore’un hayatta daha tatlı ikinci bir şeyin olmadığını söylediği şarkısında ne kadar haklı olduğunu öğreneceksin. Istıraba neden olduğunda bile hoyrat, romantik bir ıstıraptır söz konusu olan; acılardan sonra gelen sıkıcı, dünyevi ıstıraplardan değil. Onu kaybettiğinde, ışık hayatından çekip gittiğinde dünya, önüne uzun, karanlık bir korku serer ama o zaman bile çaresizliğinde bir miktar büyülenme gizlidir.
Hem kim korkularını riske atıp sevinçlerini kazanmak istemez ki? Ah, ne büyük sevinçlerdi onlar ama! Sırf hatırlaması bile insanı titretiyor. Ona onu sevdiğini, onun için yaşadığını, onun için öleceğini söylemek ne kadar da hoş bir şeydi! Emin olayım diye nasıl da kafayı yer, ne ölçüsüz saçmalık selleri yağdırırdın ve ah, onun sana inanmıyormuş gibi yapması ne kadar zalimce gelirdi! Onun için nasıl da dehşete kapılırdın! Onun kalbini kırdığında ne kadar acınası bir hale gelirdin! Ama yine de onun tarafından rencide edilmek ve suçunun ne olduğuna dair en ufak bir fikrin olmadığı halde af dilemek ne kadar güzeldi. O seni hiçe saydığında ne kadar da karanlıktı dünya. Ve sık sık da yapardı bunu küçük muzip, sırf seni perişan bir halde görmek için. Hava ne kadar güneşli olurdu o gülümsediğinde! Onu hayatındaki herkesten nasıl da kıskanırdın! El sıkıştığı bütün adamlardan, öptüğü bütün kadınlardan, saçını yapan nedimeden, ayakkabısını boyayan çocuktan, beslediği köpekten nasıl nefret ederdin; ama son söylediğime saygı duymak zorundaydın! Onu görmeyi nasıl iple çeker, onu gördüğünde ne kadar salak görünürdün; tek kelime etmeden ona bakakalırdın! Kendini eninde sonunda onun penceresinin karşısında bulmadan ister gündüz olsun, ister gece olsun dışarı çıkmak ne kadar da imkansızdı senin için! İçeri girecek cesaretin olmazdı ama köşede bekler ve dışarıyı gözetlerdin. Ah, keşke ev alev alsaydı da (sigortalıydı, sorun olmazdı) içeri koşup kendi hayatını riske atarak onu kurtarsaydın. Korkunç şekilde yanar ve yaralanırdın ama yaptığın her şey ona hizmet etmek içindi. Küçücük şeylerde bile bu çok hoşuna giderdi. Nasıl da bir Spanyel köpeği gibi onu izler, en ufak dileğini yerine getirmek için beklerdin! Onun buyruğunu yerine getirmekten ne de çok gurur duyardın! Onun sana emir vermesi ne kadar da nefisti! Tüm hayatını ona adamak ve bir an için bile kendini düşünmemek çok basit bir şey gibi görünürdü. Hiç tatil yapmadan onun mabedine bir ikramda bulunur, onun sırf ikramını kabul etmesiyle birlikte aradığın karşılıktan fazlasını bulduğunu hissederdin. Dokunuşuyla kutsadığı her şey ne kadar da değerliydi senin için: küçük eldiveni, taktığı kurdele, saçına yerleştirdiği gül… Ve onun kurumuş yaprakları hâlâ, şimdi senin bakmaya kıyamadığın o şiirleri süslüyor.
Hem ne kadar da güzeldi, ne baş döndürücü bir güzellikti o! Sanki odaya bir melek giriyordu; diğer her şey sıradan ve dünyevi bir hâl alırdı. Kendisine dokunulmasından çok korkardı. Ona bakmak, neredeyse haddini aşmak anlamına gelirdi. Bir katedralde gülünç şarkılar söylerken onu öpmeyi düşünürdün. Diz çöküp ürkekçe o zarif küçük eli dudaklarına yaklaştırmak bile başlı başına bir saygısızlık örneğiydi.
Ah, o aptal günler; ah, o bencil olmayıp saf bir zihne sahip olduğumuz, basit yüreklerimizin gerçeklerle, inançla ve hürmetle dolu olduğu aptal günler! Ah, o asil özlemler ve asil çabalarla dolu aptal günler! Ve ah, şimdi paranın, peşinde koşulmaya değer tek ödül olduğunu bildiğimiz, cimrilik ve yalanlar dışında hiçbir şeye inanmadığımız, kendimiz hariç hiçbir canlı yaratığa değer vermediğimiz bilgili, zeki günler!
Kederli Olmak Üzerine
Melankolik hissetmekten tat alabiliyorum ve tamamen bedbaht hissetmekten de oldukça memnun kalabiliyorum ama hiç kimse kederli olmaktan hoşlanmaz. Yine de herkesin, nedenini bilemese de, kederli olduğu zamanlar vardır. Açıklaması yoktur. Yeni ipek şemsiyeni trende unuttuğunda kederli hissedebileceğin gibi, büyük bir servet kazandıktan sonraki gün de aynı hisleri yaşayabilirsin. Üzerindeki etkisi; diş ağrısı, hazımsızlık ve baş nezlesinin aynı anda saldırmasıyla hemen hemen eşdeğerdir. Aptallaşır, huzursuzlanır ve asabi olursun; yabancılara karşı kaba, arkadaşlarına karşı tehlikeli olursun. Sakar, ağlak ve geçimsizsindir. Kendin ve çevrendeki herkes için sıkıntı kaynağı olursun.
Kederliyken hiçbir şey yapamaz, hiçbir şey düşünemezsin ama bir şeyler yapman gerektiğini hissediyorsundur. Bir yerde sabit kalamaz, şapkanı takıp yürüyüşe çıkarsın ancak sokağın köşesine gelmeden, dışarı çıkmamış olmayı diler ve geri dönersin. Çıkarıp kitap okumayı denersin ama Shakespeare’i eski ve sıradan bulursun. Dickens sıkıcı ve dümdüz ilerleyen bir üsluba sahiptir; Thackeray bunaltıcı, Carlyle ise aşırı duygusaldır. Kitabı bir yana fırlatır, yazara söylenirsin. Sonra kediyi odadan kovar, arkasından kapıyı tekmeleyip kaparsın. Mektup yazmayı düşünürsün ama on beş dakika boyunca “Sevgili Halacığım, Beş dakikalık boş zamanım olduğunu fark ettim ve hemen sana yazmak istedim,” kısmında takılı kalıp başka nasıl bir cümle yazabileceğini bulamadığını fark edince kağıdı masanın üstüne bırakıp mürekkepli kalemi masa örtüsünün üzerinde yuvarlar ve Thompson’ları görmeye karar verirsin. Ancak eldivenlerini takarken Thompson’ların birer ahmak olduğunu, hiç akşam yemeği yemediklerini anımsar ve senden bebekle ilgilenmeni bekleyeceklerini düşünürsün. Thompson’lara küfreder ve gitmemeye karar verirsin.
O sırada kendini tamamen ezilmiş hissedersin. Yüzünü avuçlarına gömer, ölüp cennete gitmek istediğini düşünürsün. Kendi hasta yatağını gözünün önüne getirirsin; bütün arkadaşların ve akrabaların etrafını sarmış, ağlıyorlardır. Hepsi, özellikle de genç ve güzel olanlar için dua edersin. Ölüp gittiğinde sana değer vereceklerdir; kendine böyle dersin. Ne kaybettiklerini çok geç öğreneceklerdir ve sen de acı acı onların o zaman sana duyacaklarını farz ettiğin saygıyı, şimdiki şüphe uyandırmayan hürmetleriyle kıyaslarsın.
Bu hayaller kendini biraz daha mutlu hissetmeni sağlar ama sadece kısa bir süreliğine, çünkü biraz sonra, başına gelebilecek herhangi bir şey için herhangi birinin üzüleceğini