Kozmik hafıza. Rudolf Steiner
Читать онлайн книгу.için ihtiyacı olandan daha fazlasını elde ettiği, bunun için fırsatın verildiği yerde aşırı büyüdüğü olgusu için bir açıklama sağlayabiliriz… Darwinciler’e göre, bir yaratığın hayatını idame ettirişinin tehdit edilmediği yerde hayatta kalma mücadelesi yoktur, oysa benim için mücadele her yerde ve her an hazırdır. Yaşam başlı başına bir mücadeledir, hayatta kalma için bir mücadele olmayıp, yaşamın çoğalması için bir mücadeledir.”
Bu olguların ışığında, sağduyulu kişilerin kendilerine şunu itiraf etmeleri gerekir: “Düşüncenin maddeci evreni bir dünya telakkisinin oluşturulması için uygun değildir. Eğer kendimizi bu yaklaşıma dayandırırsak, zihinsel ve manevi fenomenler hakkında hiçbir şey söyleyemeyiz.” Bugün, zaten çok sayıda bilim insanı, oldukça farklı fikirlere dayalı olarak kendileri için bir dünya görüşü kurmaya çalışmaktadır. Sadece, botanikçi Reineke’nin, Die Welt als Tat (Eylem Bağlamında Dünya) adlı eserinin anımsanması yeterlidir. Buna karşın, bu tür bilim insanlarının, saf maddeci fikirler arasında özgün bir biçimde yetişmedikleri ortaya çıkmaktadır. Yeni idealist bakış açılarının ifade ettikleri yetersizdir, kendilerini bir süre için tatmin edebilir, fakat dünyanın bilinmeyenlerini daha derinden incelemek isteyenler için bu geçerli değildir. Böyle bilim insanları, zihnin ve ruhun1 gerçek bir tefekküründen doğan yöntemlere yaklaşmayı başaramaz. Mistisizme ya da “gnosis” ya da “teozofi”ye karşı en büyük korkuyu beslerler. Bu örnek açıkça, yukarıda söz edilen Verworn’un eserinde şöyle ortaya çıkar: “Bilimde bir ekşime olmuştur. Herkese açık ve şeffaf görünen şeyler, bugün gölgelenmiştir. Uzun süre sınanmış simgeler ve fikirler (ki bunlarla kısa bir süre öncesine kadar herkes her adımında tereddütsüz işlem görmüş ve çalışmıştır) sallanmaya başlamış ve onlara kuşkuyla bakılır olmuştur. Temel telakkiler, örneğin madde ile ilgili olanlar sarsılmış görünüyor ve en sağlam zemin bile bilim insanının ayağı altından kaymaya başlamaktadır. Bazı sorunlar, tek başına, tıpkı bir kaya sağlamlığında ayakta durmaktadır; bunlar şimdiye dek bilimin tüm girişimlerinin, tüm çabalarının çözmekte etkisiz kaldığı sorunlardır. Bu bilginin ışığında umutsuzluğa düşen kişi, boyun eğercesine kendini mistisizmin kollarına atar, ki bu her zaman, çaresiz entelektüel başka hiçbir çıkış yolu bulamadığında, son sığınak olmuştur. Duyarlı insan ise daha ileriye gidebileceği yeni temeller yaratmak için yeni simgeler ve girişimler arar.” Günümüzün bilimsel düşünürünün, telakkileştirme alışkanlığından ötürü “mistisizm” hakkında entelektüel karmaşa ve belirsizlik çağrıştırması dışında, başka bir şey düşünecek bir konumda olmadığı görülebilir. Böyle bir düşünür, ruhun yaşamına ilişkin hangi telakkilere ulaşmaz ki! Yukarıda sözü edilen eserin sonunda şunu okuyoruz: “Tarihöncesi insan, ölüm sırasında beden ve ruhun ayrılması fikrini oluşturdu. Ruh kendini bedenden ayırdı ve bağımsız olarak varlığını sürdürdü. Rahatlık bulamadı ve gömme törenleri yoluyla önüne set çekilmediği takdirde bir hayalet olarak geri döndü. İnsanlar korku ve hurafe yüzünden dehşete düşmüşlerdi. Bu düşüncelerin izleri zamanımıza kadar ulaştı. Ölüm korkusu, yani ölümden sonra ne olacağına ilişkin korku günümüzde çok yaygındır. Psikomonizmin bakış açısından tüm bunlar nasıl da farklı görünüyor! Kişinin psişik deneyimleri sadece belirli düzenli bağlantılar var olduğunda meydana geldiği için, bu bağlantılar herhangi bir biçimde kesintiye uğradığında sona erer, tıpkı bir gün içinde sayısız kez meydana geldiği gibi. Ölüm sırasında bedendeki değişikliklerle birlikte, bu bağlantılar tamamen durur. Dolayısıyla, bireyden geriye hiçbir duyu ve telakki, hiçbir düşünce ve duygu kalmaz. Bireysel ruh ölmüştür. Fakat duyumlar, düşünceler ve hisler yaşamaya devam eder. Bunlar ölen bireyin ötesinde başka bireylerde, aynı koşulsal düzenlerin var olduğu her yerde yaşamaya devam eder. Bunlar bireyden bireye, kuşaktan kuşağa, insanlardan insanlara aktarılır. Bunlar ruhun ebedi dokuma tezgâhında örgü örer. Bunlar insan Ruhu’nun tarihini işler. Böylece hepimiz ölümden sonra, manevi gelişimin birbiriyle bağlantılı büyük zinciri içindeki halkalar olarak yaşamımızı sürdürürüz.” Fakat bu, bir dalganın kendisi kaybolurken, neden olduğu dalganın başkalarında sürmesinden daha farklı bir şey midir? Kişi, sadece birinin etkisinde var olmayı sürdürdüğünde, gerçekten ayakta kalmış olur mu? İnsan tüm fenomenlerle hatta fiziksel yapıda olanlarla bile bu tür bir ortaklık şeklinde ayakta kalmayı paylaşmaz mı? Maddeci dünya görüşünün kendi temellerini çürütmek zorunda olduğunu görebilirsiniz. Fakat henüz yenilerini ortaya koyamaz. Sadece, mistisizm, teozofi ve gnosis’e ilişkin doğru bir anlayış bunun yapılmasına olanak sağlayacaktır. Kimyager Osterwald birkaç yıl önce Luebeck’de- ki Bilim İnsanları Kongresi’nde, “materyalizmin aşılmasından” söz etmişti- doğa felsefesini ele alan yeni bir süreli yayın başlattı. Bilim daha yüce bir dünya görüşünün meyvelerini almaya hazırdır. Bütün dirençler sonuçsuz kalacaktır; özlem dolu insan ruhunun gereksinimlerini göz önüne almak zorunda kalacaktır.
Giriş
İnsan olağan tarih aracılığıyla, insanlığın tarihöncesinde deneyimle- diklerinin ancak ufak bir kısmını öğrenebilir. Tarihsel belgeler sadece birkaç binyıla ışık tutar. Arkeoloji, paleontoloji ve jeolojinin bize öğretebilecekleri son derece sınırlıdır. Ayrıca, dışsal kanıta dayalı her şey güvenilmezdir. Kişinin sadece, bizden fazla uzak olmayan bir olay ya da topluluğun imgesinin, yeni tarihsel kanıtlar keşfedildiğinde nasıl değiştiğini göz önüne alması yeterlidir. Kişi sadece farklı tarihçiler tarafından aynı şeyin betimlemelerini kıyaslasa bile kısa sürede, bu konularda nasıl belirsiz zeminlerde gezdiğini anlayacaktır. Dışsal duyular dünyasına ait olan her şey zamana tâbidir. Buna ek olarak zaman, zamanda başlamış olanı yıkar. Öte yandan, dışsal tarih zamanda korunmuş olana bağlıdır. Hiç kimse, dışsal kanıtla tatmin olunduğu takdirde, esasın korunmuş olduğunu söyleyemez.
Zamanda var olan her şeyin kökeni ebedi olandadır. Fakat ebedi olan duyusal algıya açık değildir. Buna karşın, ebedi olanın algılanma yöntemleri insanın önünde açıktır. Kendisinde uyuyan güçleri geliştirebilir, öyle ki ebedi olanı tanıyabilir. Lucifer Gnosis dergisinde yayımlanan, Wie erlangt man Erkenntnisse der hoheren Welten? (İnsan Yüksek Dünyaların Bilgisine Nasıl Ulaşır?) başlıklı denemelerde bu gelişmeden söz edilmiştir. Söz konusu denemeler, aynı zamanda, insanın, kendi kavrayış gücünün yüksek bir düzeyinde zaman ile yok olan şeylerin ebedi kökenlerine nüfuz edebileceğini de gösterecektir. İnsan, geçmişin bilgisi söz konusu olduğunda, artık dışsal kanıtla sınırlı olmadığı takdirde, bu yolla kavrayış gücünü genişletir. Bunun üzerine, olaylarda duyularla algılanamayanı, zamanın yıkamadığı o kısmı görebilir. Geçiciden, geçici olmayan tarihe nüfuz eder. Bu tarihin, sıradan tarihe göre farklı yazı tipleriyle yazıldığı doğrudur. Bu, gnosis ve teozofıde “Akaşa Kayıtları” olarak anılır. Kendi dilimizde bu kayıtların ancak belli belirsiz bir tasarısı verilebilir. Çünkü bizim dilimiz duyular dünyasına tekabül eder. Kendi dilimizde betimlenen hemen her şey, duyular dünyasının niteliğini alır. Kendi deneyimi aracılığıyla, ayrı olan manevi bir dünyanın gerçekliğine dair kendisini henüz ikna edemeyen, “inisiye2 olamamış” bir kişi için inisiye, kolaylıkla hayalperest biri olarak görülebilir.
Spiritüel dünyada algılama yeteneğini kazanan kimse, geçmiş olayları kendi ebedi nitelikleri içinde bilir. Bunlar onun önünde tarihin ölü bir kanıtı olarak durmayıp, bütünüyle canlı bir biçimde ortaya çıkarlar. Bir anlamda, olmuş olan şey onun önünde cereyan eder.
Bu tür canlı bir belgenin okunması konusunda
1
2