Büyük Evin Küçük Hanımefendisi. Джек Лондон
Читать онлайн книгу.bir çocuk daha alalım. İyi havalar geldiğinde her zaman kalabalık oluyoruz… Tabii ki. Sağduyunu kullan. Güle güle.”
“Bay Hanley? Evet…” diğer düğmeye basarak ikinci konuşmasına başlamıştı. “Buckeye’deki baraj hakkında düşünüyordum. Çakıl nakliyesi ve kaya kırma işlemleri için sayısal veriler istiyorum… Evet, doğru. Öyle sanıyorum ki çakıl nakliye ücreti bir yardada1 altı ve on sent arasında değişecek yani kaya kırma işleminden daha fazla. Tepedeki o son taş döşeme yeri bizim takımdakileri oldukça yoracaktır. Sayısal olarak çözün… Hayır, iki haftadan önce başlayamayız… Evet, tabii, eğer gönderirlerse yeni traktörler atları çift sürmekten kurtaracaktır. Ama kontrol için tekrar geri göndermek zorundayız… Hayır, o konuda Bay Everan ile görüşmelisiniz. Hoşça kalın.”
Ve üçüncü telefon görüşmesi:
“Bay Dawson? Ha! Ha! Şu anda verandamda otuz altı tane var. Düzlükler ayazdan bembeyaz olmuştur. Ama büyük ihtimalle bu sene bir daha olmaz… Evet, traktörleri iki gün önce teslim edeceklerine yemin etmişlerdi… Merkez acentesini arayın… Bu arada Hanley’e benim adıma baskı yapın. Sinek tuzakları için ikinci bir tesisatın yerleştirilmesi ve “fare tuzaklarını” başlatmasını söylemeyi unutmuştum da… Evet, süratle ulaşın. Bu sabah tel kapıma iki düzine kadarı tünemişti… Evet… Hoşça kalın.”
O anda Forrest, pijamaları içinde sessizce yataktan kalktı, terliklerini ayaklarına geçirdi, Fransız pencerelerinden geçerek Oh My’ın çoktan hazırladığı banyosuna girdi. On iki dakika sonra tıraşını da olmuş yatağına geçmişti. Kurbağa kitabını okurken dakikasına kadar sadık olan Oh My, bacaklarına masaj yapıyordu.
Seksen bir kilo ağırlığında, bir metre seksen santim boyunda yapılı vücuda sahip bir adamın biçimli bacaklarıydı bunlar. Dahası bu adamın hikâyesini anlatıyorlardı. Sol kalçasındaki yirmi beş santim uzunluğundaki bir yara izi, görüntüyü bozuyordu. Sol ayak bileğinde ayağının üst kısmından topuğuna kadar yarım dolar büyüklüğünde en az yarım düzine dağınık hâlde yara izi bulunuyordu. Oh My, sol dizini bir tık daha sert dürttükçe ve çekiştirdikçe Forrest, hafifçe kıpırdanıyor ve kendini suçlu hissediyordu. Aynı zamanda sol baldırın ön kısmı birkaç derin yara izi ile renklendirilmişken dizinin hemen altındaki büyük yara da kemikte oyuk yapmıştı. Diz ve kasığının orta yerinde garip bir şekilde, benek benek olmuş ufak dikiş izleriyle dolu eski ve derin bir yara izi daha vardı.
Dışarıdan ansızın neşeli bir kişneme sesi duyulduğunda ve Oh My efendisini giydirmeyi sürdürürken -ki buna çorapları ve ayakkabıları dâhildi- efendisi yan tarafa kıvrılarak kişnemenin geldiği yöne doğru gözlerini dikip camdan dışarı baktı. Yolun aşağısında erken açmış mor leylaklar rüzgârda sallanırken volta atan haşmetli atın üzerinde resmedilmeye değer bir kovboy vardı. At, sabah güneşinin ışıkları arasında kanlı canlı ışıldıyor, güçlü topuk eklemlerinde biriken kar tanelerini savuruyor, heybetli yelesini silkeliyor, kırlara bakınıyor ve sıçrayan topraklarda gezinirken ilan ettiği aşk şarkısı yankılanıyordu.
Dick Forrest aynı anda hem sevinçli hem de kaygılıydı: Etrafı çevrili leylekler arasında dolaşan o olağanüstü hayvandan dolayı sevinçli; duvarda asılı o yuvarlak ahşap çerçevedeki kızı uyandırabileceğinden dolayı kaygılıydı. Altmış metre uzunluğundaki avludan kızın bulunduğu uzun, karanlık ve çıkıntılı bölüme hemen göz attı. Yatak odasının perdeleri kapalıydı. Hiç hareket yoktu. At tekrar kişnedi, tek harekete geçen yalnızca yabani kanarya sürüsüydü. Çalılık ve çiçeklerin arasından yukarı doğru süzülerek gün doğumunda yeşil ve altın renklerden oluşan ışık demeti gibiydiler.
Atın, leylaklar arasından gözden uzaklaşmasını izlerken kusursuz, kemik ve vücut yapısı güçlü, güzel Shire taylarının hayalini kurdu. Sonra dönerek her zaman olduğu gibi yanında bulunan uşağı ile konuştu.
“Son aldığımız çocuk nasıl, Oh My? İşe yarıyor mu?”
“O iyi bir çocuk sanırım: Genç, yeni ve oldukça yavaş. Her şeye rağmen yine de iyi.”
“Neden? Neden öyle düşünüyorsun?”
“Üç dört sabahtır onu çağırıyorum. Bebek gibi uyuyor. Uyanınca sizin gibi hep gülümsüyor. Bu, çok iyi bir şey…”
“Ben hep gülümseyerek mi uyanıyorum?” diye sordu Forrest.
Oh My, kafasını hızlıca salladı.
“Birçok kez, yıllardır size hizmet ettim. Her zaman gözleriniz açılıyor, gözleriniz gülümsüyor, ağzınız gülümsüyor, yüzünüz gülümsüyor, her yeriniz gülümsüyor, öylesine, öylece çabucak. Bu, çok iyi… Böyle uyanan adam sağduyulu olur. Ben biliyorum; yeni çocuk da böyle. Merak etmeyin, pek yakında iyi çocuk olacak. Göreceksiniz. Adı Chow Gam. Burada ona hangi ismi vereceksiniz?
Dick Forrest biraz düşündü.
“Hâlihazırda hangi isimlerimiz var?” diye sordu.
“Oh Joy, Ah Well, Ah Me ve ben. Ben, Oh My.” diye bir çırpıda konuştu Çinli. “Oh Joy der ki yeni çocuğa…”
Bir an duraksadı ve parıldayan gözlerle meydan okurcasına efendisine dik, dik baktı.
“Oh Joy der ki ona, ‘Oh Hell’ diyelim.”
“Oh ho!” Forrest içten bir kahkaha attı. “Oh Joy, şakacıdır. İyi bir isim olabilir ama kullanamayız. Hanımı da düşünmemiz gerek. Başka bir isim bulalım.”
“ ‘Oh Ho’, bu iyi isim.”
Forrest’ın haykırışı hâlâ zihninde çınlıyordu dolayısıyla Oh My’ın esin kaynağını onayladı.
“Pekâlâ. Çocuğun adı ‘Oh Ho’ olacak.”
Oh My, başını eğerek Fransız balkonundan hızla gözden kayboldu ve bir o kadar hızla Forrest’ın geri kalan giyim kuşamıyla tekrar gelip fanila ve gömleğini giymesine yardım etti, bağlaması için boynuna bir kravat koydu ve diz çökerek tozluk ve mahmuzları giydirdi. Kıyafetini bir Baden Powel şapkası ile kısa bir kamçı tamamlıyordu: Bileğinden sarkan deri halkalı bu kısa kamçı Kızılderili örgüsüyle ham deriden yapılmıştı, dip kısmının içine neredeyse üç yüz gram kurşun konulmuştu.
Ancak Forrest, henüz serbest kalamamıştı. Oh My, birkaç mektup uzatarak bir önceki gece, o uyuduktan sonra istasyondan getirdiklerini açıkladı. Mektupların sağ üst köşelerinden başlayarak diğer tarafa doğru yırttı ve bir tanesi hariç içeriklerine hızla göz attı. Bir sonraki mektupta kaşları sinirle çatıldı, bir an duraksadı, sonra da duvarda duran kayıt aygıtını çıkardı, silindiri döndüren düğmeye bastı ne bir kelime ne de bir düşünce için hiç duraksamadan son sürat dikte etmeye başladı.
“14 Mart 1914 tarihli mektubunuza cevaben domuz kolerasına yakalanmanıza -doğrusunu söylemek gerekirse- gerçekten çok üzüldüm. Bütün sorumluluğu da benim üzerime atmanıza bir o kadar daha müteessir oldum. Bunun yanı sıra size göndermiş olduğumuz domuzun ölmesi de beni bir kere daha üzüntüye boğdu.
Burada koleranın olmadığının güvencesini verebilirim ve iki yıl önce Doğu’dan yaptığımız iki ithalat dışında sekiz yıldır koleradan arındırılmış durumdayız. Geleneklerimiz gereğince onlar gelir gelmez tecrit edildiler ve hastalık sürülerimize bulaşmadan imha edildiler.
Bana hastalıklı mal gönderdiklerinden dolayı satıcılardan hiçbir şekilde ücret talep etmediğim konusunda sizi bilgilendirmeliyim. Aksine şunu bilmelisiniz ki domuz kolerasının kuluçka dönemi dokuz gündür. Hayvanların sevkiyat tarihlerine baktığımda
1
1 yarda= 91 cm. (ç.n.)