Ölü Canlar. Николай Гоголь

Читать онлайн книгу.

Ölü Canlar - Николай Гоголь


Скачать книгу
oluşuna katkı sağlıyordu. Hava ne açık ne de kapalıydı, yalnızca garnizon askerlerinin, -o da sadece barış zamanları- pazar günleri sarhoş olduklarında üstlerine geçirdikleri eski üniformalarında rastlanan açık gri bir renk vardı gökyüzünde. Bu tablonun tamamlanması için, o bilindik çapkınlık işleri yüzünden kafasıyla diğerlerinin beyinlerine kadar delik deşik etmesine rağmen havanın değişeceğini önceden haber veren horozu da unutmamak lazım. Horoz avaz avaz bağırıyor, eskimiş hasırlar gibi açtığı kanatlarını çırpıyordu. Avluya yaklaşırken Çiçikov girişte, üzerinde yün kumaştan yapılma yeşil redingotuyla, yaklaşan arabayı daha iyi görebilmek için elini alnına kaldırıp gözlerine siper ederek duran ev sahibini fark etti. Araba girişe yaklaştıkça ev sahibinin gözleri daha neşeyle bakmaya, gülümsemesi de yüzüne gitgide daha fazla yayılmaya başlamıştı. Çiçikov arabadan atlayınca “Pavel İvanoviç!” diye bağırdı en sonunda. “Demek nihayet hatırladınız bizi!”

      İki ahbap birbirlerini sertçe öptüler, Manilov da misafirini odaya götürdü. Onlar şilteyi, antreyi ve yemek odasını oldukça kısa bir sürede geçecek olsalar da biz bu zamanı ev sahibiyle ilgili bir şeyler anlatmak için kullanalım. Ama yazar buna girişmenin pek de kolay olmadığını itiraf etmelidir. Büyük insanların karakterini betimlemek çok daha kolaydır. Bütün boyayı boca edersin tuvale; kavurucu, kapkara gözler, incecik kaşlar, kırışık dolu bir alın, omuzlarda siyah ya da ateş gibi kıpkırmızı bir manto… İşte portre tamamdır. Ancak dış görünüşleri birbirine çok benzeyen, dünyada çokça bulunan bütün bu beyefendilere bakarsanız belli belirsiz birçok özellikleri olduğunu görürsünüz. Bu insanların betimlenmesi, portre ressamları için oldukça zordur. Onların en ince, neredeyse görülmesi imkânsız özelliklerini gözler önüne sermek için dikkat kesilmeniz ve gözlem yapma ilminin hilelerini oldukça ilerletmeniz gerekir.

      Manilov’un nasıl bir karaktere sahip olduğunu yalnız Tanrı bilir. Şu atasözleriyle anılan insanlar vardır: Kendi hâllerinde, etliye sütlüye karışmaz, ne alandan ne satandan olur. Belki de Manilov da bu tür bir insandı. İlk bakışta boylu boslu bir adamdı. Yüz hatları hoştu ama bu hoşlukta haddinden fazla tatlılık var gibiydi. Davranış ve tavırlarında yaltakça bir yakınlık vardı. Çekici bir gülümseyişi, sarı saçları ve mavi gözleri vardı. Onunla konuşmaya başladığınızda daha ilk andan “Ne kadar da hoş ve iyi kalpli bir adam!” demeden edemiyordunuz. Bir dakika sonra hiçbir şey söylemez, sonraysa “Nasıl biri olduğunu şeytan bilir!” der ve yanından uzaklaşırdınız. Uzaklaşmazsanız da inanılmaz bir can sıkıntısı hissederdiniz. Ondan herhangi bir insana sataştığınızda neredeyse hepsinden işitebileceğiniz, sert, hatta mağrur hiçbir söz duymayı bekleyemezdiniz. Herkesin bir tutkusu vardır. Kimi tazıları sever kimi büyük bir müzik hayranı olduğunu ve müziğin bütün derinliklerini mükemmel bir şekilde duyumsadığını sanır kimiyse yemek yemeye bayılır; kimi boyunu aşan işlere girişir kimi daha dar düşünceli olma isteğiyle uyur ve ahbaplarına, tanıdıklarına ve hatta tanımadıklarına gösteriş olsun diye hassa yaveriyle gezinse nasıl olurdu diye hayallere dalar kimi öyle hırslıdır ki inanılmaz bir şekilde, karo asının ya da ikilisinin ucunu kıvırmayı ister kimiyse yine aynı amaçla işlerini düzene sokmak için istasyon şefine ya da arabacıya sinsice yaklaşır. Kısacası herkesin kendine has tutkusu vardır ama Manilov’un yoktu. Evdeyken oldukça az konuşur, çoğunlukla düşüncelere dalardı ama ne düşündüğünü yine Tanrı bilir. Ev işleriyle ilgilendiği söylenemezdi, hatta tarlaya bile hiç gitmemiştir. Bütün işler kendi kendine yapılırdı. Çiftlik kâhyası “Efendim, şunu şöyle yapsak iyi olurdu.” dediğinde genellikle, oldukça mütevazı, nazik ve tahsilli sayıldığı orduda görev aldığı vakitlerden kalma alışkanlığıyla, piposunu tüttürerek “Evet, iyi olur.” diye cevap verirdi. “Evet, hem de çok iyi olur.” diye tekrar ederdi. Bir köylü, ensesini kaşıyarak yanına gelip “Efendim, izin verin çalışmaya gideyim, para kazanmam gerek.” dediğinde “Haydi git bakalım.” diye cevap verirdi yine piposunu tüttürerek ve köylünün içki içip sarhoş olmaya gittiği aklına bile gelmezdi. Bazı zamanlar evin girişinde durur, avluya ve havuza bakarak birdenbire evin altından bir geçit açtırsa ya da havuzun, köylüler için gerekli olan ufak tefek her türlü şeyi satabilecekleri dükkânların olacağı, iki kıyısını birbirine bağlayacak taş bir köprü inşa ettirse ne kadar da güzel olurdu diye konuşmaya başlardı. Bunlardan bahsettiği sırada gözleri olağanüstü tatlılaşır, yüzünde çok hoş bir ifade belirirdi. Ne var ki bütün bu planları neticesiz kalırdı. Çalışma odasında daima, iki senedir devamlı okuduğu, on dördüncü sayfasına işaret koyduğu bir kitap dururdu. Evinde her daim bir eksiklik bulunurdu. Misafir odasında çok şık, ipek bir kumaşla kaplanmış, hiç de ucuza mal olmadığı belli olan, mükemmel mobilyalar vardı ama henüz iki koltuğu eksikti ve üzerleri yalnızca hasırla örtülmüştü. Ne var ki ev sahibi birkaç yıl boyunca konuklarına, “Bu koltuklara oturmayın, henüz hazır değiller.” uyarısında bulunmuştu. Bir diğer odadaysa evlendikten sonraki ilk günlerde “Canım benim, yarın gidip bu odaya geçici de olsa bir koltuk koymak gerek.” demesine rağmen hiç mobilya yoktu. Akşamları masanın üstüne üzerinde şık bir sedef kalkanla, üç antik figürün olduğu, koyu bronzdan, mükemmel bir şamdan getirirler; yanına da bakırdan, bir yana doğru eğilmiş, kırık bir diğer şamdanı koyarlardı ve ne ev sahibi ne eşi ne de çalışanlar bunu hiç mi hiç fark etmezlerdi. Manilov’un karısı ise… Ne var ki birbirlerinden oldukça hoşnuttular. Sekiz yıldan uzun süredir evliliklerini devam ettirseler de hâlâ birbirlerine küçük bir parça elma, şeker ya da ceviz getirir ve sevgilerini belli eden dokunaklı, sevecen bir ses tonuyla “Aç bakalım ağzını bir tanem, şunu ye.” derlerdi. Sonra da ağız tabii ki oldukça zarif bir şekilde açılırdı. Doğum günleri için sürprizler hazırlanırdı. Kürdan için bir çeşit boncuklu kılıf, bunlardan biriydi. Sık sık divanda otururken birden, nedendir bilinmez Manilova piposunu, karısı da elinde ne iş varsa bırakır, birbirlerini öyle baygın ve uzun uzun öperlerdi ki bu sırada küçük bir saman sigarasını içip bitirmek mümkündü. Kısacası çok mutluydular. Tabii ki de evde devamlı öpüşmeler ve sürprizler dışında birçok değişik uğraşın ve sorulacak birçok sorunun olduğu söylenebilir. Örneğin neden mutfakta aptalca ve anlamsız yemekler pişiriliyordu? Kiler neden bomboştu? Anahtarlar neden hırsız bir kadına verilmişti? Hizmetliler neden hep pasaklı ve sarhoşlardı? Bütün uşaklar neden hiç durmadan uyuyor ve kalan vakitlerinde de oyalanıp duruyorlardı? Ama bütün bunlar önemsiz konulardı ve Manilova iyi eğitim görmüştü. Ancak bilindiği gibi yatılı okullarda çok daha iyi eğitim alınırdı. Yine yatılı okullarda bilindiği gibi insani erdemi üç ana özellik oluştururdu: Mutlu bir aile hayatı için gerekli olan Fransızca, eşinle hoş dakikalar geçirmek için piyano ve sonuncusu da para çantaları ve başka sürprizler dikmek, yani ev hanımlığı. Ne var ki özellikle de günümüzde yöntemlerde çeşitli gelişmeler ve değişiklikler vardır. Tüm bunlar daha çok sağduyuya ve yatılı okulların özüne bağlıdır. Diğer yatılı okullarda ilk sırada piyano, sonra Fransızca, en son ev hanımlığı gelir. Bazen de ev hanımlığı, yani sürprizlerin dikilmesi önce gelir, sonra Fransızca, en son da piyano. Birçok farklı yöntem vardır. Manilova hakkında bir şeyler daha söylemekten zarar gelmez ama itiraf edeyim, hanımefendiler hakkında bir şeyler söylemekten çok korkarım, hem birkaç dakikadır misafir odasının kapısının önünde dikilip yol vermek için birbirlerini razı etmeye çalışan kahramanlarımıza dönme vaktidir.

      Çiçikov, “Lütfettiniz, benim için böyle huzursuz olmayınız, önden buyurun.” diyordu.

      Manilov eliyle kapıyı göstererek:

      “Hayır, Pavel İvanoviç. Hayır, siz misafirsiniz.”

      Çiçikov ise “Hayır, zahmet etmeyin lütfen. Zahmet etmeyin. Lütfen geçiniz.” diyordu.

      “Hayır,


Скачать книгу