Doğumunun 100. Yılında Cengiz Dağcı'ya Armağan. Анонимный автор

Читать онлайн книгу.

Doğumunun 100. Yılında Cengiz Dağcı'ya Armağan - Анонимный автор


Скачать книгу
devrimle birlikte başlayan sıkıntılarını görmek, duymak mümkündür. Topraksız, yurtsuz, malsız mülksüz, manevi değerleri ayaklar altına alınmış, camileri yıkılmış bir toplumun “modern dünya”nın duymadığı, duymak istemediği çığlığıdır bu. Bu çığlık, 1917 Ekim İhtilali sonrası Kırım’ın Ruslar tarafından işgali ve böylece Kırım Türklerinin bağımsız yaşamının sona erdiğinin ifadesidir (Çonoğlu, 2012: 23).

      Yazarın ilk iki romanı olan Korkunç Yıllar ve Yurdunu Kaybeden Adam, kendi yaşamından bir kesiti verir. Bu iki roman ve özellikle Yurdunu Kaybeden Adam, edebiyatta II. Dünya Savaşı’nı yaşamış Kırımlı bir Türk’ün elinden çıkan tek romandır. Cengiz Dağcı’nın romanlarında Kırım halkı, en çok da köylüler yer alır. Kendisi de içinden çıktığı bu insanları gerçekçi olarak anlatır. Romanlarını Türkçeden başka bir dille yazmayı düşünmeyen yazarın eserlerinin önemi, yurt dışında yaşayan Türklerin yaşayışını ve sorunlarını ayrıntılı olarak anlatmasıdır (Önertoy, 1984: 163).

      1931-1932 yılında Kızıltaş’ta kolhoz rejiminin kurulmasıyla birlikte Cengiz Dağcı için Kızıltaş’tan uzakta yeni bir hayatın kapıları açılacaktır. Bu yıllarda Akmescit’ye yapılan zorunlu göç, Dağcı’nın duygusal sarsıntılar yaşamasına sebep olur. Böylesine trajik bir ortamda Kızıltaş ve Gurzuf onun ayrılmaz bir parçası olarak kalır (Çonoğlu, 2017: 267).

      Cengiz Dağcı, Londra’da yaşarken kendini yalnız hisseder ve vatanı bildiği Türkiye’ye gitmek için konsolosluğa uğrar. Fakat konsoloslukta, Türkiye’de onu davet edecek bir tanıdığı yoksa, bunun imkânsız olduğu söylenir. Bu durum onun umudunu söndürür, kendi deyimiyle “boynu bükük ve ağır bir yürekle” çıkar konsolosluktan. O dönem kırgınlık yaşasa da Türkiye onun vatanıdır:

      “Günün politikacılarına, hatta devleti yönetenlere küser, darılır insan; ama vatana ve millete dargınlık olmaz. Her yönüyle vatan kutsaldır. Devletin kendi yasaları vardır. Bu yasalar, kim olursa olsun, bir şahsın istemine göre değiştirilemez. Bunu, yalnızca şimdi değil, o gün konsolosluk bürosunda kendi devletini temsil eden memuru anlamayacak kadar saf bir delikanlı değildim. Fazlası, yarı aç ve yarı çıplak olmama rağmen, Türkiye konsolosluğundan aldığım yanıtın Türklüğüme zerre kadar ziyanı dokunmadığının burada altını çizmek isterim. Bütün eserlerimi Türkçe, Türkiye Türkçesinde yazdım; Türkiye’ye bundan daha büyük bağlılık olamaz.

      Türklüğüme gelince, bir Türkiye cumhurbaşkanı ne kadar bir Türkse, ben de en azından onun kadar Türküm” (Dağcı, 1998: 196).

      Cengiz Dağcı, kendini Yansılar kitaplarıyla tanıtmak ister: “Yansılar’da açık seçik, bana ait ve benden yansıyan her şeyi süssüz, bezeksiz okura duyurmak……. (Dağcı, 1998: 263) onu rahatlatacaktır. “Uzaklık, yurt hasreti, uzun yıllar süren ayrılık, gün günü ve gece gecesi ana yurdunu rüyasında gören ama hiçbir zaman o topraklara kavuşamayacağını bilen benim gibi birine…” (Dağcı, 1998: 264).

      Cengiz Dağcı “Karadan beyaz olmaz deyler, / Karadan beyaz olayken, / Dosttan düşman olmaz deyler , / Dosttan düşman olayken” türküsünü mırıldanırken, torununun kendi çektiklerinden uzak büyümesini diler:

      “Duymasın torunum beni üzen şeyleri. Zaman zaman hayatı bana zehir eden yazgımızı bilmesin. Dilerim Tanrı’dan, bizim yazgımızın uzağında kalır ömür boyunca. Zamanımızın özgür, tasasız, karınları tok, üstleri başları temiz ve mutlu çocukları arasında büyüsün. İnsanları sevsin, dünyayı ve hayatı sevsin” (Enginün, 2000: 348).

      “Hatırlayarak direnmeyi” prensip olarak benimseyen, okuyarak hayatı ve insanı anlamaya çalışan, ömrünün sonuna dek okumaktan vazgeçmeyen yazarın Yansılar’a yansıyan kaynaklarını incelemek, onun iç dünyasının derinliklerine uzanan bir yolculuk gibidir (Kefeli, 2017: 226).

      Cengiz Dağcı’nın çocukluğu ve gençlik yılları, Rus emperyalizmine karşı güçlü olmak, direnmek, dayanmak kelimelerinin bilinçaltına işlenmesiyle geçer. 1938 yılında yerleştiği üniversiteden, 1940 yılında savaşa çağrılınca ayrılır. Altı aylık bir tank kursundan sonra cepheye sevk edilir. 1941’de Alman-Rus savaşında tank subayı iken Almanlara esir düşer. Esaret sonrasında 1946 yılında Londra’ya yerleşir ve bir daha ülkesine dönmez. 1940 yılından itibaren, memleketine duyduğu hasreti, eserlerindeki canlı tasvirlerle gidermeyi tercih eder. Yazarın ülkesine dönmeme sebebi, ata topraklarında yabancıların yaşadığını görmek istememesidir (Sınar Çılgın, 2004: 57).

      Cengiz Dağcı’nın eserlerinin başat konusu bizzat şahit olduğu Kırım Türklerinin yaşadığı trajik olaylardır. Biyografik unsurların ön planda olduğu olaylar, Kırım Türklerinin ata mirası topraklarından koparılarak sürgüne gönderilmeleri ile görünürlük kazanır. Bu bağlamda bir halkın yaşadığı haksızlıklar, zulümler, ölümler, Dağcı’nın eserlerinin içeriğini oluşturur. Söz konusu trajik içeriğin çarpıcılığı ve biyografik ögeler, Dağcı’nın romanlarındaki kurgusal yapının ve anlatım tekniklerinin çoğu zaman önüne geçer (Tunç, 2017: 348).

      Конец ознакомительного фрагмента.

      Текст предоставлен ООО «Литрес».

      Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

      Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

      1

      Prof. Dr., Bursa Uludağ Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü.

      2

      Cengiz Dağcı, eşi Regina ve kızı Arzu ile birlikte 1946 yılında Londra’ya yerleşmiş ve ölüm tarihi olan 22 Eylül 2011’e kadar burada yaşamıştır.

      3

      Üzüm, Cengiz Dağcı’nın eserlerinde ötekileştirilmenin, yabancı hale getirilmenin simgesidir. Çocukken ölüler yesin diye mezarlığa üzüm bırakan Dağcı’nın babası, kendi üzüm bağına girip toprağı ve bağın asmalarını öptüğü için komünist rejim tarafından hapse atılmıştır. Bu olaydan sonra bir gün Memiş’in bayırına doğru otoyol kıyısında yürürken Yalta istikametinden gelen Kızıltaş kolhozunun sekreteri Bilal K. at arabasını durdurarak bağa dalmış ve ceketinin içine sakladığı iki salkım üzümü “Bu eki salhım yüzüm sizin bağın yüzümü!” diyerek gizlice Cengiz Dağcı’ya vermiştir. Ve üzüm onun eserlerinde kendi bağının üzümünü dahi yiyemediği öz vatanında “parya” durumuna düşmenin simgesi olur.

      4

      Prof. Dr., Balıkesir Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü.

Скачать книгу