Vadideki Zambak. Оноре де Бальзак
Читать онлайн книгу.da Tours’da doğdu. Bebekken sütanneye gönderildi. Daha sonra kız kardeşi de ona katılınca aile evinden dört yıl ayrı kaldı. Anne ve babanın çocuklardan uzak kalması Honoré de Balzac’ı derinden etkiledi, 1836 yılında kaleme alacağı Vadideki Zambak romanına ilham oldu. 1807-1813 arasında Oratariens Koleji’nde (Hatiplik Okulu) yatılı olarak okudu. Bu dönemde okuma alışkanlığı kazandı. Hatiplik Okulunda yaşadıkları, 1832 yılında yazdığı Louis Lambert romanındaki karakteri de etkiledi. 1814’te ailesinin Paris’e taşınmasıyla iki buçuk yıl süreyle özel eğitim aldı. 1816 yılında Sorbonne’da eğitim görmeye başladı. Spinoza’nın eserlerini Latinceden Fransızcaya çevirdi. 1820’de Shakespeare’den etkilenerek Cromwell isimli bir trajedi kaleme aldı. Bu eseri yakınlarıyla paylaştığında, Akademisyen François Andrieux, onu başka türlerde yazmaya teşvik etti. Walter Scott’ın eserlerinden etkilenerek çeşitli hikâyeler yazmaya başladı fakat bu taslaklar yaşamı süresince yayımlanmadı. 1821’de para kazanmak için takma ad kullanarak eserler kaleme aldı. 1826 yılına kadar dokuz adet roman yayımladı. Bu romanlar eleştirmenlerden olumsuz yorumlar almış olsa da Balzac’ı yazarlık temposuna alıştırdı ve kalemini güçlendirmesine yardımcı oldu.
Balzac, tarihî roman örneklerinden biri olan, ilk kez Honoré Balzac adıyla yayımladığı Köylü İsyanı (1829) eseriyle, döneminde ses getirmeye başladı. İnsanlık Komedyası’nda, pek çok tarihçinin unuttuğunu düşündüğü örf ve âdet tarihini kaleme almak istedi. Dönemlerindeki tarihsel ve toplumsal gerçeklikleri sistematik bir gözlem üzerine kurarak romanlarında anlattı; yalnızca bununla kalmayarak eylemlerin arkasındaki gizli nedenleri de incelemek istedi. Modern romanın başlangıcı olarak görünen bu romanlarda Balzac’ın hedefi, Paris’ten taşraya, burjuvadan köylüye, avukattan tefeciye her türlü yeri, sınıfı ve mesleği inceleyerek insana ulaşmaktı. Fransız toplumunu sosyolojik olarak incelemeye önem vererek, dini ön plana çıkarmak yerine aşk ve arkadaşlığı ön plana çıkararak, insanlığın kargaşasını ve ahlaksız taraflarını gösterip güçlü olanın zayıf olanı alt ettiği bir dünya oluşturdu. 1850 yılında hayata gözlerini yumdu.
Başlıca Eserleri: Köylü İsyanı, Vadideki Zambak, Tours Papazı, Eugenie Grandet, Goriot Baba, Tılsımlı Deri, Köy Hekimi, Lois Lambert, Albay Chabert Altın Gözlü Kız, Kibar Fahişeler, Sönmüş Hayaller, Nucingen Bankası, Cesar Birotteau, Ursula Mirouet, Karanlık Bir İş.
Sevgili hekim dostum, telaşa kapılmadan ve titizlikle hazırlanmış edebî bir anıtın ikinci bölümünü oluşturan ve üstünde emeğimin en çok geçtiği eserlerimden birini elinizde tutuyorsunuz. Bir zamanlar hayatımı kurtaran engin bilginize karşı duyduğum şükran duygusunu ifade etmek ve kadim dostluğumuzu anmak adına kitabımın başına isminizi yazıyorum.
Kontes Natalie de Manerville’e…
İsteğinize boyun eğiyorum. Onun bizi sevdiğinden daha çok sevdiğimiz bu kadının ayrıcalığı, bize sağduyu kurallarını tümüyle unutturmaktadır. Alnınızda oluşacak tek bir kırışıklığı görmemek, en ufak bir reddediliş ile kederlenen dudaklarınızdan okunan somurtkan ifadeyi silmek için mesafeleri mucizevi bir şekilde aşar, kanımızı son damlasına kadar akıtır, bizi bekleyen geleceğe sırtımızı döneriz. Bugün ise geçmişimi bilmek istiyorsun, işte yazıyorum. Fakat şunu iyi anla Natalie, isteğini yerine getirirken daha önce kimseye anlatmadığım ve bende tiksinti uyandıran anıları çiğneyip geçmem gerekti. Peki ya neden bir zamanlar beni mutluluğa doyuran o apansız ve uzun düşlerden kuşku duyuyorum? Sevilen kadının sessizlik karşısında duyduğu, sende de gördüğüm bu sevimli öfke neden? Sebepler üzerinde durmadan yaradılışımdaki tezatlıklardan keyif alamaz mıydın? Yoksa yüreğinin derinliklerinde sakladığın sırların bağışlanması için benim sırlarımı bilmeye mi muhtaç hissediyorsun kendini? En nihayetinde, bunu sezdin Natalie ve belki de her şeyi bilmen daha iyi olacaktır. Evet, yaşamım bir hayaletin egemenliğinde. Öyle bir hayalet ki söylenen en ufak bir sözcükle belli belirsiz bir şekilde kendini gösteriyor, çoğu zaman tepemde kendi kendine dört dönüyor. Tıpkı sakin havalarda görülen ve fırtına dalgalarının parçalar hâlinde kumsala fırlattığı o deniz ürünleri gibi ruhumun derinliklerinde gömülü, nice hatıralarım var. Düşüncelerin dile getirilmesi için harcadığım bu gerekli çaba, ansızın gün yüzüne çıktıklarında beni derinden etkileyecek eski duyguları da içinde barındırıyor olmasına rağmen bu itirafta seni incitecek kısımlar olması hâlinde, bu isteğine itaat etmem için üstümde kurduğun baskıyı hatırla. Sana itaat ettiğim için beni cezalandırmayacaksın, değil mi? Sana içimi dökmemin ardından bana olan sevginin artmasını dilerdim. Akşama görüşmek üzere.
Bir gün, en acıklı ağıtı, henüz narin olan kökleri toprakta sert çakıldan başka bir şeyle karşılaşmayan, sunduğu taze yaprakları hain ellerle koparılan, açtığı an çiçekleri kırağı ile donan ruhların, sükûnet içinde boyun eğdiği ızdırabı resmederken gözyaşlarıyla beslenen hangi yeteneğe borçlu olacağız? Dudaklarıyla bir memenin acı sütünü emen ve gülümsemesini gaddar bir bakışın ateşinde yitiren bir çocuğun kederini hangi şair anlatacak bize? Duyarlılıklarını güçlendirmek üzere etraflarını saran kişiler tarafından zulmedilen o zavallı yürekleri konu alan eser, işte benim gençliğimin esas hikâyesi olacaktır. Ben, henüz el kadar bir bebekken hangi gururu incitebilirdim? Fiziksel veya ahlaki anlamda nasıl bir utançtım ki annemin mesafeli tavrıydı payıma düşen? Yoksa ben, eşlerin görev bildiği eylemin bir sonucu olarak dünyaya gelen, beklenmeyen, hayatı serzenişten ibaret olan bir çocuk muydum? Taşrada, bir sütannenin elinde, ailem tarafından üç sene boyunca unutulmanın ardından baba evine dönerken insanların bana bakıp benliklerini ele geçiren acıma duygusu tüm etrafı sarardı. Yaşadığım bu ilk başarısızlığı telafi etmeme yardım edecek bir hissin ya da mutlu bir tesadüfün yoksunluğunu hissederdim. İçimdeki çocuk her şeyden bihaberdi, ortaya çıkmayı bekleyen erkek ise hiçbir şey bilmiyordu. Ağabeyim ve iki kız kardeşim, kaderimin bende yarattığı amansız acıyı dindirmek yerine bana ızdırap çektirmekten keyif alıyorlardı. Çocukların işlediği küçük suçların gizlenmesini sağlayan ve onlara onur duygusunun ne olduğunu öğreten o antlaşmanın benim için hiçbir hükmü yoktu. Dahası, ağabeyimin işlediği kabahatler yüzünden sıklıkla cezalandırıldım, bu haksızlık karşısında da tek bir kelime edemedim. Çocukların doğasında bulunan dalkavukluk, kendileri için de korkutucu olan bir anneye yaranmak için yaşadığım acıların üstüne gelmelerini mi öğretiyordu onlara? Bu, onların taklide olan eğiliminin bir sonucu muydu? Güçlerini ya da merhamet duygularını sınama ihtiyacından mı doğuyordu tüm bunlar? Kim bilir, belki de tüm bu nedenler bir araya gelerek kardeşliğin sevecenliğinden mahrum bırakmıştı beni. Şefkatten tümüyle yoksun kalan ben, hiçbir şeyi sevemiyordum. Oysaki doğa beni sevmek için yaratmıştı! Bir melek, durmaksızın yara alan bu duyarlılığın iç çekişlerini anlayabilir mi? Anlamlandırılamayan duygular, bazı ruhlarda kine dönüşse de benim ruhumda, tüm bu duygular yoğunlaştı, bir çukur kazdı derinliklerimde var olmak için. Ve daha sonraları yaşamıma coşku içinde dâhil oldu. Çoğu yaradılışta, titreme alışkanlığı sinirleri gevşetirken korkuyu da doğurur ve korku, her daim boyun eğdirir insana. İnsanı zayıflatan ve nasıl olduğunu ona anlatamayacağım tutsaklığın nedeni budur. Lakin sonsuza dek sürecekmiş hissi veren bu işkenceler karşıma çıktıkça, artan ve