Erewhon. Samuel Butler
Читать онлайн книгу.uzanan ve ilerledikçe solan geniş bir düzlüğe varan mavi şeritleri ikinci kez gördüm. Tamamıyla gerçekti; herhangi bir hata yoktu. Bulutların arasındaki boşluk tekrar kapanıp görmemi engellemeden önce kendimi buna zor inandırdım.
Bu durumda ne yapmalıydım? Birazdan akşam çökecekti. Tırmanmanın yorgunluğunun yanında hareketsiz durduğumdan üşüyordum. Bulunduğum yerde kalmam imkânsızdı; ya ilerlemeli ya da geri dönmeliydim. Beni akşam rüzgârından koruyacak bir kaya buldum ve kanyak matarasından bir yudum aldım; bu beni anında ısıttı ve cesaretlendirdi.
Kendi kendime Aşağıdaki nehir yatağına inebilir miyim? diye sordum. Bunu yapmamı neyin engelleyeceğini söylemek imkânsızdı. Eğer nehir yatağında olsaydım nehri geçmeye cüret edebilir miydim? Çok iyi yüzücüyümdür ama yine de o korkunç sulara girdiğimde oraya buraya savrulup tamamen güçsüz kalabilirdim.
Üstelik çıkınlarım vardı; onları bırakırsam açlıktan ölebilirdim ve nehri onlarla geçmeye çalışırsam da kesinlikle boğulurdum. Bunlar önemli, mümkün olduğu kadar çoğunu kontrol altına almaya kararlı olduğum kaygılardı ama muazzam bir otlak arazisi bulma ümidi onlardan daha ağır bastı. Birkaç dakika içinde hayatım pahasına da olsa muhtemelen dağların bizim tarafımızdaki alanı kadar değerli olan bu ülkeye girmek gibi büyük bir keşfi yapmaya ve burayı araştırıp değerini kendim saptamaya karar verdim.
Düşündükçe bu bilinmeyen dünyaya girerek ün ve belki de servet kazanmaya ya da bu uğurda can vermeye daha kararlı hâle geldim. Aslında, bu büyük ödülü görmüş olup oradan gelecek muhtemel kârlara ümit bağlamaktan vazgeçersem hayatın artık benim için anlamsız olacağını hissettim.
Uygun bir kamp yerine inmek için hâlâ bir saat kadar gün ışığım vardı. Ama kaybedecek hiç vakit yoktu. Başlarda karda yürürken kayıp düşmemek için bata çıka yürüdüğümden hızlı ilerledim, dağ kenarından olabildiğince düz indim ama bu tarafta diğerinden daha az kar vardı. Sonra kayarsam çok korkunç bir şekilde düşebileceğim, çok kayalık ve tehlikeli bir vadiye geldim.
Ama hızıma dikkat ediyordum. Kaba çimlerin olduğu toprağa güvenli bir şekilde inip çalılıkta oraya buraya bakındım. Bunun altında göremediğim ne vardı? Birkaç yüz metre yürüdüm ve aklı başında olan hiç kimsenin inmeye teşebbüs edemeyeceği korkunç bir uçurumun kıyısında olduğumu fark ettim. Yine de daha düzgün bir yola açılıp açılmadığını görmek için vadiden süzülen ağzı incelediğimi hatırlıyorum.
Birkaç dakika içinde kendimi kayalıklardaki uçurumun ucunda buldum. Twll Dhu gibi bir şeydi; sadece çok daha büyüğüydü. Nehir onun içine doğru yolunu bulmuş ve dağın diğer tarafındakinden daha yumuşak görünen yüzeyi aşındırarak derin bir kanal açmıştı. Bu farklı bir coğrafi şekil olmalıydı; ne yazık ki ne olduğunu söyleyemiyorum.
Bu yarığa büyük bir şüpheyle baktım; sonra her iki yanından da biraz ilerledim ve kendimi dört beş bin fit altımda gürleyen nehrin üstündeki korkunç uçurumların kıyısından bakarken buldum. Kendimi suyun kayayı aşındırarak yumuşatmış olduğunu ümit ettiğim yarığa atmadan aşağı inmeye cesaret edemedim.
Karanlık her geçen saniye artıyordu ama hâlâ bir yarım saat kadar alaca karanlık ışığı olmalıydı; bu yüzden -kesinlikle korkarak- kanyona girdim ve dönüp kamp kurmaya, ertesi gün ciddi bir tehlikeyle karşılaşmayacağım başka bir yol denemeye karar verdim.
Beş dakika içinde kendimi tamamen kaybettim; yarığın duvarının yüksekliği yüzlerce fit oldu ve o kadar çıkıntıydı ki gökyüzünü göremiyordum. Her yer taş doluydu. Vücudum yara bere içinde kalmıştı. Suya düştüğüm için ıslanmıştım ve su çok hacimli olmasa da öylesine güçlüydü ki ona karşı koyamamıştım. Birden büyük şelalenin derin havuzuna atlamak zorunda kaldım; erzakım o kadar ağırdı ki neredeyse boğuluyordum.
Gerçekten kıl payı kurtulmuştum; ama şansıma Tanrı benim yanımdaydı. Kısa süre sonra açıklığın genişlediğini ve artık çalılık olmadığını görmeye başladım. Biraz sonra kendimi yeşil bir yokuşta buldum. Yolumun akıntıdan biraz uzakta olduğunu biliyordum. Kamp yapabileceğim ağaçlıklı düz bir alana geldim ki bu çok iyiydi, çünkü hava oldukça kararmıştı.
İlk olarak kibritlerim için endişelendim; kuru muydu? Çıkınımın dışı tamamen ıslanmıştı; ama battaniyeleri açınca eşyaları kuru olduğunu gördüm. Öyle sevindim ki! Ateş yaktım; sıcaklığı ve arkadaşlığı için müteşekkir oldum.
Kendime biraz çay yaptım ve çöreklerimden iki tane yedim: az kaldığı için kanyağa dokunmadım; onu cesarete ihtiyacım olduğunda içebilirdim. Yalnız olduğumu ve henüz indiğim yarığa geri dönmenin imkânsız olduğunu bilmekten başka hiçbir şeyin farkına varamadığımdan ne yaptıysam neredeyse mekanik olarak yaptım.
İnsanın toplumdan ayrı olması hissi korkunç bir şey.Hâlâ umut doluydum ve karnımı doyurup ısındıktan sonra; hayal kurmaya başladım, ama hiç kimsenin, hayvanların bile eşlik edeni olmadan böyle bir yalnızlıkta aklını koruyabileceğini sanmıyorum. İnsan kendi kimliğinden şüphe duymaya başlıyor.
Battaniyelerimin görüntüsünden ve saatimin sesi gibi beni diğer insanlara bağlayan şeylerden keyif aldığımı hatırlıyorum. Fakat kuşların çığlıkları ve şimdiye kadar hiç sesini duymadığım bir kuşun bana gülermiş gibi ötmesi beni korkuttu; ama sonradan buna alıştım ve bir süre sonra bu sesi ilk duyuşumun üzerinden yıllar geçtiğini bile söyleyebilirdim.
Kıyafetlerimi çıkarttım ve eşyalarım kuruyana dek içteki battaniyeye sarındım. Hâlâ geceydi; harlı bir ateş yaktım ve böylece ısınıp giysilerimi tekrar giyebildim. Sonra battaniyeme sarınıp ateşe olabildiğince yaklaşarak uyudum.
Rüyamda ustamın yün ambarında bir org vardı. Yün ambarı yavaş yavaş yok oldu ve org büyüyüp dağ kenarında altın bir şehir oluncaya kadar parlak bir ışıkla çevrildi. Sıra sıra org boruları üst üste uçurumlara, sarp kayalıklara ve esrarengiz mağaralara yerleştirilmişti ve derinliklerinin içinde cilalanmış parlayan sütunları görebiliyordum.
Ön tarafta, zirvesinde başı org tuşlarına gömülmüş bir adam olan büyük taraçalar vardı. Adamın gövdesi hızla çalan büyük bir senfoni fırtınasındaymış gibi sağa sola sallanıyordu.
Sonra birisi omzuma dokunup “Görmüyor musun? Bu Handel.”5dedi; ama zor anladım. Terasları tırmanıp onun yanına gitmeye çalışıyordum. Uyandığımda rüyanın farklılığı ve canlılığıyla büyülenmiştim.
Yanan bir parça odunun iki ucu da kıvılcımlar çıkararak küllerin içine düştü. Sanırım bu beni hem rüyaya daldırdı hem de rüyadan uyandırdı. Çok kötü bir şekilde hayal kırıklığına uğramıştım. Dirseklerimi dizime dayadım ve yapabileceğim en iyi şekilde içimde bulunduğum yeri ve gerçekleri kavramaya başladım.
Tüm duygularım uyanmıştı. Dahası hiçbir duyuma direk hitap etmese de dikkatimin rüyadan daha büyük bir şeye odaklandığını hissettim. Nefesimi tuttum ve bekledim. Bu bir düş müydü? Hayır, tekrar tekrar dinledim ve karşıdaki dağlardan esen soğuk ve taze rüzgârın getirdiği bir rüzgâr arpine benzeyen kısık ve uzaktan gelen sesi duydum.
Saçlarımın köklerine kadar ürperdim. Dinledim ama rüzgâr dindi. Bunun rüzgârın kendisi olabileceğini düşündüm ama hayır; birden Chowbok’un yün ambarında yaptığı sesi hatırladım. Evet; bu oydu.
Çok şükür ki bu her neyse şimdi bitmişti. Kendimi yokladım ve metanetimi fark ettim. Her zamankinden daha canlı bir hayal gördüğüme ikna oldum. Hatta gülmeye ve kendime, kötü bir sona yaklaşıyorsam bile bunun korkunç
5
George Frideric Handel: Alman, klasik batı müziği bestecisi.