Erewhon’a İkinci Ziyaret. Samuel Butler
Читать онлайн книгу.onunla dalga geçer ama oğullarından ya da kızlarından, herhangi birimiz ona karşı bir söz söylediğimizde direk tokat yeriz. Annem herkesi parmağında oynatır. Onun sözü Sunchston’da kanundur; herkes ona uyar. Birden fazla çeteyle yüzleşmiş ve babam yapamazken annem onları bastırmış.”
“Onun hakkında ne dersen inanırım. Başka kaç çocuğu var?”
“Biz, en küçüğümüz on dört yaşında olan dört erkek ve üç kızız.”
“Bütün sağlık ve mutluluklar onun, senin ve hepinizin olsun, bundan sonra ve daima.” Ve babam konuşurken istemsizce başını açtı.
Delikanlı, babamın hareketinden etkilenerek “Bayım, teşekkür ederim ama gördüğüm kadarıyla siz Bridgeford profesörleri gibi konuşmuyorsunuz. Neden bize bu kadar içtenlikle iyilikler dilediniz? Bu sizin oğlunuza benzediğim için mi yoksa başka bir sebep mi var?” dedi.
Babam çok ileri gittiğini bildiğinden korkarak “Benzediğin tek şey oğlum değil.” dedi ve “Sen de benim gibi gerçeği seven ve yalanlardan nefret eden birine benziyorsun.” diyerek sürdürdü konuşmasını.
Delikanlı ciddiyetle “O zaman bayım, itibarınızı gizliyorsunuz. Ve şu an da sizden dün geceki kaçak avcıların olabileceğini düşündüğüm korunun -orada geceyi onları izleyerek geçirmek üzere- başka bir kısmına gitmek için ayrılmalıyım. İzin belgesine birkaç mil daha ihtiyacınız olabilir o yüzden almayacağım. Onu Sunchston’da da vermenize gerek yok çünkü bu akşamdan sonra süresi doluyor.”
Bununla birlikte kibarca ama biraz da soğukça selamlayarak ve babamın yarı uzanmış elini teşvik etmeden ormana doğru ilerledi.
Babam da üzgün ve memnuniyetsiz bir şekilde geri döndü.
“Ben bunu hak ettim.” dedi kendi kendine. “O benim oğlum olamazdı; yine de eğer böyle adamlar dünyaya öyle ya da böyle gelebiliyorsa eminim dünya bu konu hakkında soru sormamalıdır. Şimdi benden ayrıldığı için her şey nasıl da kötü görünüyor.”
Bu arada saat üçtü ve birkaç dakika içinde bir önceki gece profesörlerle yemek yediği ateşin küllerinin başına geldi. Onlarla karşılaşalı sadece on sekiz saat olmuştu ama bu, nasıl da bir asır gibi gelmişti!
Korucunun yanından ayrılmış olması iyiydi, çünkü eğer bu konu hakkında bir şey sorsa babam elbette ateş veya izinsiz avlananlar hakkında bir şey bilmiyor olacak olsa da daha fazla yanlışlığa yol açabilirdi ve idare etmekten yorgun düşmüştü; yalanlardan bıktığını söylemeye gerek bile yok.
Korunun sınırlarını belirten bazı taşlara gelene kadar tek bir canlıya bile rastlamadan ağır adımlarla yürüdü. Bunların bir mil kadar ötesine geçtiğinde onu Sunchston’a götüreceğine emin olduğu dar ve pek kullanılmamış bir patika buldu ve hemen sonra patikadan otuz kırk metre kadar ileride büyük yaşlı bir kestane ağacı görerek ona doğru gitti ve onun dallarının altına devrildi.
Çiftlik arazilerine ve evlere yaklaştığına dair bolca işaret vardı ama henüz ortada bir şey görünmüyordu ve eğer görülürse görüntüsünde şüphe uyandırıcak hiçbir şey yoktu.
Bunun üzerine açlıktan uyanıncaya ve karnını doyurmak üzere Sunchston’a sürükleyinceye kadar burada dinlenmeye karar verdi fakat gün batımına kadar oraya varmayı umuyordu. Dükkânlar kapanmadan önce bir valiz almak ve tuvalet ihtiyacını gidermek, bulabildiği tenha hanlardan birinde temiz ve konforlu bir oda tutmayı düşündü.
Altıya doğru uyudu ve uyanınca kafasını topladı. Yeni bulduğu oğlunu aklından çıkaramıyordu ama şimdi ona odaklanması iyi değildi ve aklını profesörlere verdi. Nasıl anlaştıklarını ve ondan aldıkları şeylerle neler yaptıklarını merak etti.
Kendi kendine Mallarını sakladıkları yeri bulsam ve onları alıp başka yere saklasam ne güzel olurdu,dedi.
Onları aramaya başlamadan önce, hareketlerine karar vermesi gereken başıboş salınan boğalar gibi aklını profesörlere yöneltmeye çalıştı.
Düşündükten sonra sakladıklarının şu an bulunduğu yerden çok uzakta olamayacağı sonucunu çıkardı.
Ve büyük ihtimalle önlerine çıkan ilk yere saklarlardı. “Aman Ya Rabb’im, bu ağacın neden kutsal olduğunu merak ediyorum!” diye haykırdı. Ağacı yoklarken Erewhon’lular tarafından daha yeşilken ip ya da sicim olarak kullanılan lifli yaprakta küçük masum bir kazıntı izi gördü.
Bu yaprağı yapan bitki, Yeni Zelanda’da çok sık olarak bulunan aslanağzı bitkisine ya da oradaki adıyla ketene benzer ki bu bitki büyük dağın her iki yanında da yetiştiğinden ondan geleceğin keteni olarak bahsedeceğim.
Babamın gözüne çarpan bu keten parçası, kestane ağacının köklerinden büyümüş olan güçlü sürgünün yerden çok da yüksek olmayan dalına bağlanmıştı ve oradan iki fit kadar ana ağacın oyuk olduğu yere doğru, aşağıdaki oyuğun içinde kayboluyordu.
Babam sürgüne tırmanıp ketenin bağlı olduğu büyük dala ulaşıncaya kadar biraz zorlandı ve sonra kendisini ağacın tabanından yukarı bir şey çekerken buldu. Hikâyenin kendisinden de kısa bir sürede oyuğun kırık tarafından kendi kırmızı battaniyesinin ucunu gördü ve sonra bohçanın yere düşmesiyle takır tukur sesler geldi.
Bu ses battaniyenin içine sarılmış olan tencere ve maşrapadan gelmişti. Battaniye ise her iki uçtan ve aradaki bazı noktalardan sıkıca bağlanmıştı ve babam aldıklarını düzgün bir şekilde paketleyip sakladıkları için içinden profesörleri övdü. Gülerek “Ama sanırım o dala ulaşmak için biri diğerinin sırtına çıkmış olmalı.” dedi.
Elbette külçeleri yanlarına almış olmalılar,diye düşündü. Yine de takır tukur sesleriyle beraber bazı dökülme sesleri de duymuştu. Dikkatle her düğümü çözerek ve keteni muhafaza ederek battaniyeyi açtı.
Onu açtığında güzel bir sürprizle maşrapanın tencerenin içinde ve altınların da faturayla birlikte maşrapanın içinde olduğunu gördü. İçinde çay olan kâğıt yırtılmış ve üzerinde Hanky’nin adı olan bir mendile sarılmıştı.
Külçeleri, faturayı ve mendili kendi cebine aktarırken “Rahatla vicdanım, rahatla!” diye bağırdı. “Sen benim ruhumun gözüsün! Beni gücendirirsen seni çıkarıp atmak zorunda kalırım.” Vicdanı onu korkutuyordu, bir şey söylemedi. Çaya gelince onu yırtık kâğıdın içinde bıraktı.
Sonra tencereyi, maşrapayı ve çayı hiç bozulma izi bırakmadan profesörlerin keteniyle tekrar tekrar düğümleyerek düzgünce bağladığı battaniyenin içine geri koydu. Battaniye ve içindekilerin bağlanıp tutturulduğu dala erişinceye kadar tekrar sürgüne tırmandı ve onları ağacın boşluğuna geri attı. Profesörlerin eşyalarını almak için gece yarısından önce gelmeyeceğinden emin olduğundan her şeyi yavaş yavaş yaptı.
Sadece altınları alsam, profesörler onları battaniye yapılırken birbirlerinin alıp cebine attığından şüphelenecek. Mendile gelince istediklerini düşünsünler; ama niyeti külçeleri çalmaksa Panky’nin fatura için neden o kadar endişeli olduğunu bilmek Hanky’nin aklını karıştıracak. Ne hâlleri varsa görsünler,diye düşündü.
Külçeleri, onları bulduğu yerde bıraktıkları sonucuna vardı, çünkü ikisi de altınları diğerinin almasından korktuğundan birbirine güvenmiyordu; üstelik bir terazileri olmadan da aralarında pek hoş bir bölüşme olamazdı. Ne olursa olsun, dedi kendi kendine. Altınların gittiğini gördüklerinde iyi bir kavga çıkacak.
Böylece yardımseverlikle olmayacak şeyler üzerinde kara