Yeşilin Kızı Anne: Ingleside. Люси Мод Монтгомери
Читать онлайн книгу.geçirmek ona çok iyi gelecektir. Eve bambaşka bir çocuk olarak dönecektir.”
Anne başka bir şey söylemedi. Gilbert’ın haklı olduğuna şüphe yoktu. Walter, Jem olmadığında yalnızlık çekecekti muhtemelen. Ancak Shirley doğduktan sonra olanlar düşünülecek olursa Susan’ın evi çekip çevirmek ve Mary Maria teyzeye dayanmak dışında ne kadar az görevi olursa o kadar iyi olurdu. Mary Maria teyzenin iki haftalık ziyareti çoktan dört haftaya uzamıştı.
Ertesi gün evden ayrılacak olma düşüncesinin kasvetinden kurtulmak için kendini hayallerine kaptıran Walter, yatağında uyanık hâlde uzanıyordu. Çok canlı bir hayal gücü vardı ve bu hayalleri onun için bir kaçıştı. Tıpkı duvardaki resmi tasvir edilen at gibi, hayal gücüne atlayıp zamanda ve mekânda dörtnala koşturuyordu. Gece inmeye başlamıştı. Gece, güney tepesinde, Bay Andrew Taylor’ın korusunda yaşayan uzun boylu, esmer, yarasa kanatlı bir melekti. Walter bazen onu sevinçle karşılardı. Bazen de zihninde fazlasıyla canlı bir şekilde hayal ettiği bu şeyden korkardı. Walter, kendi küçük dünyasındaki her şeye sahne karakterleri misali hayat verirdi. Rüzgâr geceleri ona hikâyeler anlatırdı. Ayaz, bahçedeki çiçekleri ısırarak koparırdı. Çiğ sessizce inerdi. Eğer ötelerdeki mor tepeye çıkabilirse Ay’ı yakalayabileceğinden emindi. Koca Deniz hep değişir ve hiç değişmezdi. Bütün bunların hepsi Walter için kişilik sahibi varlıklardı. Ingleside, Çukur, akçaağaç korusu, bataklık, liman kıyısı ve daha birçok yer; elfler, denizkızları, orman perileri ve gulyabanilerle doluydu. Şömine rafındaki siyah Paris kedisi biblosu masalsı bir cadıydı. Geceleri canlanıp evin içinde dolaşır ve dev gibi büyürdü. Walter, başını battaniyesinin altına saklayıp ürperdi. Kurduğu hayallerden korkardı hep.
Kendisinin çok “endişeli ve gergin” olduğunu söyleyen Mary Maria teyze belki de haklıydı. Gerçi Susan bunu söylediği için onu asla affetmeyecekti ama… Yukarı Glen’deki Kitty MacGregor teyze, “üçüncü gözü” olduğunu söylerken haklıydı belki. Walter’ın uzun kirpikli, duman grisi gözlerine derince baktıktan sonra onun “genç bir bedene sıkışmış yaşlı bir ruh” olduğunu söylemişti. Belki de yaşlı ruh, genç beynin her zaman anlayamadığı şeyler hakkında çok fazla bilgi sahibiydi.
Walter’a o sabah, babasının onu ertesi sabah Lowbridge’e götüreceği söylenmişti. Walter bir şey söylemedi. Ancak akşam yemeğinde boğazına bir ağırlık çöktü ve gözyaşlarıyla buğulanan gözlerini saklamak için başını öne eğdi. Yine de yeterince çabuk davranamamıştı.
“Ağlamayacaksın değil mi Walter?” demişti Mary Maria teyze. Sanki altı yaşında bir çocuğun ağlaması sonsuza kadar ayıplanacak bir şeymiş gibi. “Nefret ettiğim bir şey varsa o da ağlak bebelerdir. Ayrıca etini de yemedin.”
“Hepsi yağ.” dedi Walter cesurca göz kırparak. Yine de kafasını kaldırmaya cesaret edemiyordu. “Ben de yağ sevmem.”
“Ben çocukken…” dedi Mary Maria teyze. “Bir şeyleri sevip sevmememe izin verilmezdi. Neyse, Bayan Parker herhâlde sendeki bazı durumları düzeltir. Galiba Winter ailesindendi. Ama Clark da olabilir… Yok yok, muhtemelen Campbelllardandı. Ama Winterların ve Campbellların kumaşı aynıdır ve saçmalığa tahammülleri yoktur.”
“Lütfen Walter’ı Lowbridge ziyaretiyle ilgili korkutmayın Mary Maria teyze.” dedi Anne. Gözlerinin derinlerinde ufak bir kıvılcım belirmişti.
“Kusura bakma Annie.” dedi Mary Maria teyze alçak gönüllülük ederek. “Senin çocuklarına bir şey öğretmeye hakkım olmadığını hatırlamam gerekirdi.”
“Lanet olası kadın.” diye mırıldandı Susan tatlıyı getirmek için mutfağa gittiğinde. Tatlı olarak Walter’ın en sevdiği puding vardı.
Anne kendini çok suçlu hissetti. Gilbert, zavallı, yalnız ve yaşlı bir kadına karşı daha sabırlı olması gerektiğini ima edercesine hafif sitemkâr bir bakış attı.
Gilbert biraz keyifsizdi. Herkesin bildiği üzere o yaz aşırı yoğun çalışmıştı. Mary Maria teyzenin beklediğinden daha zor bir insan olduğunu fark etmişti belki de. Anne, bir aksilik çıkmazsa sonbaharda Nova Scotia’ya bir aylığına avlanmaya gitmesi için Gilbert’ı zorla da olsa yollamayı kafasına koymuştu.
“Çayınız nasıl?” diye sordu Mary Maria teyzeye gönül almak istercesine.
Mary Maria teyze dudaklarını büktü.
“Çok açık. Ama önemli değil. Zavallı ihtiyar bir kadının çayını beğenip beğenmediği kimin umurunda? Gerçi bazı insanlar benim arkadaşlığımdan keyif alıyorlar ama…”
Mary Maria teyzenin bu iki cümlesi arasındaki bağı çözme zahmetine en azından o an için girmek istemiyordu Anne. Rengi solmuştu.
“Yukarı çıkıp uyuyacağım.” dedi zayıf bir sesle. Masadan kalktı. “Bir de Gilbert, Lowbridge’de çok kalmasan iyi olacak. Bayan Carson’ı da arasan fena olmaz.”
Sıradan ve aceleci bir şekilde öptü Walter’ı. Sanki onu hiç umursamıyor gibiydi. Walter ağlamayacaktı. Mary Maria teyze onu alnından öpmüştü. Walter alnına nemli bir öpücük kondurulmasından nefret ederdi. Mary Maria teyze bir de şöyle dedi:
“Lowbridge’de yemek adabına dikkat et Walter. Aşırı açgözlü olma. Yoksa Kocaman Siyah bir adam yaramaz çocukları doldurduğu kocaman siyah torbasına atar seni.”
Gilbert bu duyduğundan hiç hoşlanmadı. Anne’le birlikte çocuklarını bu şekilde korkutmama kararı almışlardı ve başka birinin de bunu yapmasına izin vermeyeceklerdi. Mary Maria teyze kafasına içi dolu bir çorba kâsesi fırlatılmasını ucuz atlattığını asla bilemedi.
BÖLÜM 8
Walter, babasıyla yolculuk yapmayı genelde severdi. Çünkü güzelliği severdi ve Glen St. Mary yolları çok güzeldi. Lowbridge’e giden yol, cıvıl cıvıl düğün çiçekleriyle süslüydü ve yemyeşil eğrelti otları davetkâr korunun etrafına dağılmışlardı. Ancak o gün babası konuşmak istemiyor gibiydi ve Gri Tom’u, Walter’ın daha önce hiç görmediği bir şekilde sürüyordu. Lowbridge’e vardıklarında Bayan Parker’a çabucak bir şeyler söyledikten sonra Walter’a veda etmeden ayrıldı. Küçük çocuk bir kez daha ağlamamak için kendini tuttu. Kimsenin kendisini sevmediği çok açıktı. Annesi ve babası onu eskiden severlerdi. Ancak artık sevmiyorlardı.
Lowbridge’deki büyük ve düzensiz Parker hanesi, Walter’a çok da dost canlısı gibi görünmedi. Ancak o sırada muhtemelen hiçbir evi sevemezdi. Bayan Parker onu arka bahçeye götürdü. Çocukların neşeli çığlıklarının yankılandığı bir yerdi burası ve Walter bu seslerin kime ait olduğunu görmüş oldu. Bayan Parker kısa süre sonra dikişine döndü ve çocukları tanışmaları için kendi hâllerine bıraktı. Bu şekilde bırakılan her on çocuktan dokuzu sorun yaşamazdı muhtemelen. Ancak Walter Blythe, işte o onuncu çocuktu. Bayan Parker onu sevmişti. Kendi çocukları da dünya tatlısı ufaklıklardı. Fred ve Opal, Montreal havalarında takılsalar da Bayan Parker yeğenlerinin kimseye kaba davranmayacağından emindi. Her şey yolunda gidecekti. Zavallı “Anne Blythe’a” yardım etmekten çok memnundu. Bu yardım, çocuklarından birini başından almak basitliğinde bir şey olsa da. Bayan Parker her şeyin yolunda gideceğini ümit ediyordu. Arkadaşları Anne için, Anne’in kendisi için endişelenmediği kadar endişeleniyorlar, birbirlerine Shirley’nin doğumunu hatırlatıyorlardı.
Arka bahçeye birden ani bir sessizlik çöktü. Burası kocaman bir elma bahçesine çıkıyordu. Walter, Parker çocukları ve onların Montreal’den gelen kuzenlerine utanarak ve ciddiyetle bakıyordu. Bill Parker on yaşındaydı. Al yanaklı, yuvarlak yüzlü bir çocuktu ve annesine çekmişti. Bill, Walter’a çok büyük görünüyordu. Dokuz