Arthur Gordon Pym’in Öyküsü. Эдгар Аллан По
Читать онлайн книгу.olmuş ve böylesi bir hayvanı değerlendirirken aranılan asalet ve sadakate, yaşadığım sayısız olayda tanık olmuştum. Onu daha henüz ufacık bir yavru iken Nantucket’de boynuna geçirilmiş bir iple suya atacak olan bir serserinin elinden kurtarmıştım ve üç sene kadar sonra artık yetişkin bir köpek iken beni bir sokak hırsızının sopasından kurtararak borcunu ödemişti.
Saati yeniden elime aldıktan sonra kulağıma dayadım ve tekrar durduğunu anladım. Fakat bu beni hiç de şaşırtmadı. Çünkü hislerim bana daha önce olduğu gibi çok uzun bir süre uyuyakaldığımı söylüyordu. Tabii bu süreyi tahmin edebilmek imkânsızdı. Ateşler içinde yanıyordum ve susuzluğum dayanılmaz bir hâl almıştı. Sandığın içinde el yordamıyla hareket ediyordum, çünkü lambadaki fitil köküne kadar yanıp bitmişti, fosforlu kibritler de uzanabileceğim yakın bir yerde değildi. Sürahiyi bulduğumda ne yazık ki tamamen boştu. Herhâlde bizim Tiger’ın işiydi bu, suyu halletmenin yanı sıra koyun budunun geri kalanını da bir güzel mideye indirmiş, afiyetle sıyırdığı kemiği sandığın kapağının önüne bırakmıştı. Çürümüş eti paylaşmaya bir diyeceğim yoktu, ama suyu düşününce içim gitmişti doğrusu. O kadar zayıf bir hâldeydim ki en ufak bir harekette sanki sıtmaya yakalanmış gibi bütün vücudum titriyordu. Hepsinin üstüne tüy dikercesine, gemi büyük bir şiddetle boyuna baş vurup çalkalanıyordu. Sandığın üzerindeki yağ fıçıları da her an düşme veya çıkış yolunu kapatma tehlikesi taşıyordu. Ayrıca o anda feci bir deniz tutmasından da muzdariptim. Ne olursa olsun artık geçidin ağzına kadar gidip acil yardım istemeye karar vermiştim. Çünkü bir süre sonra bunu yapmak için belki de şansım bile olmayacaktı. Bu karara vardıktan sonra, tekrar etrafta fosforlu kibritleri ve geri kalan fitilleri araştırdım. Ufak bir çabadan sonra kibritleri bulmak pek sorun olmamıştı. Fakat fitilleri, koyduğum yeri tam olarak hatırladığımı düşünmeme rağmen umduğum kadar çabuk bulamayınca aramaktan vazgeçtim ve Tiger’a uslu uslu yatma talimatını verdikten sonra hemen geçidin ağzına doğru yola çıktım.
Bu yolculuk girişimi durumumun kötülüğünü iyice ortaya çıkarmıştı. Yürümek bir yana ancak büyük bir güçlükle sürünebiliyordum. Ellerim ve ayaklarım sanki sık sık yere gömülüyormuş gibi oluyordu. Bazen dizlerim bükülerek yüzükoyun yere kapaklanıyor ve dakikalarca bilinçsizliğin eşiğinde olduğum yerde kalakalıyordum. Yine de kendimle mücadele ederek yavaş yavaş yola devam ettim. Dar ve birbirine geçmiş dolambaçlı kerestelerin arasında, bayılmanın an meselesi olduğunu düşünerek ilerliyordum ki herhâlde öyle bir durumda ölüm kaçınılmaz bir son olurdu. Var kuvvetimi toplayarak kendimi ileri doğru ittirdiğim bir sırada alnımı önümde duran demir kasalardan birinin sivri köşesine şiddetle çarptım. Kaza, beni sadece birkaç dakika için sersemletmişti. Fakat bu sırada geminin büyük bir hızla çalkalanarak kasayı tamamen yolumu tıkayacak şekilde önüme fırlatması fena hâlde canımı sıkmıştı. Kasa etrafındaki kutuların ve mobilyaların arasına öyle bir sıkışmıştı ki kalan bütün takatimle yüklenmeme rağmen yerinden bir santim bile kımıldatamıyordum. Şimdi önümde iki seçenek vardı. Ya kordonu bırakarak başka bir yol bulmaya çalışacaktım ya da bütün bu bitkin hâlimle kasanın üzerinden tırmanarak yoluma kaldığım yerden devam edecektim. Doğrusu birinci seçenek, düşündüğüm zaman içerdiği bütün zorluklar ve tehlikelerle gözümü yıldırmıştı. İçinde bulunduğum bu perişan hâlle böyle bir şeye kalkışmak, yolu kaybedip bu lanet olası labirentlerde kaybolarak sefil bir fare gibi ölmek demekti. Bu yüzden hiç duraksamadan, kalan bütün kuvvetimi ve azmimi elimden geldiğince toplayarak kasanın üzerine tırmanmak için harekete geçtim.
Ayağa kalkıp görüş alanımı genişlettikten sonra, üstlendiğim işin önceki paniklemiş hâlimle düşündüğümden de çetin ve ciddi olduğunun farkına varmıştım. Bu dar geçidin her iki duvarına da tavana kadar yükselen bir sürü ağır kereste yaslanmıştı ve yapacağım en ufak bir hata, bunların üzerime yıkılıp beni ezmesi anlamına geliyordu. Veya bunun olmadığını farz etsek bile, bu sefer de yıkılıp beni orta yerde hiçbir yöne hareket edemeyecek şekilde bırakması olasılığı vardı. Kutunun kendisi uzun ve hantal görünümlü, üzerinde tutunacak hiçbir yer olmayan bir şeydi. Bütün gücümle nafile yere kutunun tepesine yetişmeye çalıştım, ki başaramama hâlinde kendimi yukarı çekmeye gücüm yetmeyecekti. Belki de bu yüzden böylesi daha iyiydi, çünkü sonunda kutuyu can havliyle itmeye çalışırken yan tarafımda epeyce şiddetli bir sarsıntı hissetmiştim. Hevesle tahtaların köşelerini zorlayarak bunlardan büyükçe bir tanesinin gevşemiş olduğunu gördüm. O anda şans eseri üzerimde taşıdığım çakıyla büyük bir uğraşıdan sonra tahtayı duvardan tamamıyla sökmeyi başardım. Tahtayı araladıktan sonra gördüğüm manzara beni sevince boğmuştu, zira arkası boştu. Diğer bir deyişle, sandığın üst kapağı olmadığından tepeye giden yol için önümde hiçbir engel kalmamıştı. Rahatlıkla yoluma devam ederek sonunda çiviye ulaştım. Heyecandan kalbim deli gibi çarparak ayağa kalktım ve hafifçe zorlayarak düzeneğin kapağını yukarı doğru ittirdim. Hemen açılacağını ummuştum, fakat öyle olmadı; aksine yukarı kalkmak bir yana, yerinden bile kımıldamamıştı. Augustus’tan başka birinin onun özel odasında olabileceğini düşünüp korkmama rağmen biraz daha kararlılıkla kapağı tekrar ittim. Hayrete düşmüştüm, kapak hâlâ yerinden hiç oynamıyordu. Şimdi iyice endişelenmeye başlamıştım. Daha önce gördüğüm kadarıyla kapağı açmak için, çok az güç gerekiyordu. Bu sefer bütün gücümle yüklendim ama boşunaydı, sanki inatla açılmamak için direniyordu; öfke ve umutsuzluğumun verdiği son çırpınışlarla ortaya koyduğum mücadeleye meydan okumayı sürdürdü. Kapağın gösterdiği dirence bakılırsa, ya geçit keşfedilerek çivilenerek kapatılmış ya da ittirilip yerinden oynatılmayacak derecede büyük bir ağırlıkla kapatılmıştı, ki bu durumda kapağı kaldırmayı düşünmek boşunaydı.
Ne yapacağımı bilemez bir hâlde, korku ve endişe içinde kalakalmıştım. Burada böyle gömülü kalmamın nedeni ne olabilirdi? Bir fikir yürütmeye çalışıyordum ama nafileydi. Olayların bağlantısını yitirmiş bir hâlde, öylece döşemeye yığıldım. Kafamı, bir örümcek ağı gibi, açlıktan ve susuzluktan ölmek, havasız kalıp boğularak can vermek şeklinde karanlık düşünceler kaplamıştı. Ölmeden mezara konulmuştum sanki. Tekrar kendimi toplamaya çalışarak ayağa kalktım ve geçidin etrafını yoklayarak parmaklarımla kıvrımları veya olası çatlakları araştırdım, bulduktan sonra da yakından göz gezdirerek yukarıdaki odadan ışık sızdırıp sızdırmadıklarını tetkik ettim, fakat ışıktan eser yoktu. Daha sonra çakımın keskin ucunu çatlaklardan geçirerek kazımaya kalkınca, bunun masif demir olduğunu keşfettim. Çakının cisim üzerinde gidip gelirken hafifçe dalgalanır gibi olması, bana bunun zincir gibi bir şey olduğunu söylüyordu. Artık yapılacak tek şey, geri dönerek sandığın olduğu yere gitmek ve orada, ya kaderime razı olarak sonumu beklemek ya da zihnimi dinlendirdikten sonra ne olursa olsun bir kurtuluş planı hazırlamaktı. Dönüş yolunda yine sayısız güçlükle karşılaştıktan sonra, nihayet sandığıma vardım ve kendimi tükenmiş bir hâlde şilteye attım. Tiger, beni görür görmez boylu boyunca yanıma uzanmış ve sanki beni teselli etmek istermiş gibi bana sarılmıştı. Karamsarlığa düşmememi, metin olmamı söylemek istiyordu belki de bana.
Köpeğimin davranışları bir süre sonra garip bir hâl almış ve dikkatimi çekmeye başlamıştı. Dakikalarca suratımı yaladıktan sonra aniden duruyor ve hafifçe hırlıyordu. Sonrasında ne zaman elimi uzatıp hissetmeye çalışsam her seferinde onu sırtüstü yatmış ve patilerini havaya kaldırmış olarak buluyordum. Defalarca tekrarlanan bu garip davranışa hiçbir anlam verememiştim ve çok tuhafıma gitmişti. Bu endişeli hâlinden yaralanmış olabileceği hükmüne vardıktan sonra, patilerini elime alarak dikkatle inceledim, görünürde tek bir yara izi bile yoktu. Hay aksi, nasıl da aklıma gelmemişti,