Sefiller II. Cilt. Виктор Мари Гюго
Читать онлайн книгу.sınıfını oluşturmak için yanlış bir girişimde bulunuldu. Burjuvazi, basitçe halkın hâlinden memnun olan kısmını kapsıyordu. Burjuva, artık oturmak için zamanı olan adamdı. Koltuk ancak çok erken oturma arzusuyla insan ırkının yürüyüşünü durdurabilirdi. Bu genellikle burjuvazinin hatası oldu. Kişi bir hata işlediği için sınıf olmaz. Bencillik, sosyal düzenin bölümlerinden biri değildir.
Ayrıca bu süreçte bizim sadece bencil olmamız gerekmektedir. 1830 şokundan sonra milletin burjuvazi denen o kesiminin arzuladığı durum, kayıtsızlık ve tembellikle karışık, biraz da utanç içeren atalet değildi; düşlerin erişebildiği bir anlık unutkanlığı varsayan uyku da değildi; bu sadece duraksamaydı. Durmak, iki ilginç ve neredeyse çelişkili anlamdan oluşan bir kelimedir: Yürüyüşte bir birlik yani hareket, bir duruş yani istirahattir. Durmak, kuvvetlerin yeniden kurulmasıdır; uyanık ve silahlı bir hâl, nöbet tutan ve tetikte bekleyen tamamlanmış bir gerçekliktir. Durmak, dünün ve yarının savaşını gerektirir. 1830 ve 1848 arasındaki bölümdür. Burada muharebe dediğimiz şey ilerleme olarak da adlandırılabilir. O hâlde devlet adamlarının yanı sıra burjuvazi de bu “durmak” kelimesini dile getirecek bir adama ihtiyaç duymuştur. “Her şeye rağmen” dedirtecek; başka bir deyişle, geçmişin gelecekle bariz uyumluluğuyla bugünü güçlendiren, devrimi ve istikrarı simgeleyen bileşik bir bireysellik ortaya çıkmıştır. İşte tam bu dönemde, adı Louis Philippe d’Orléans olan uygun adam bulundu ve hazır durumda bekliyordu. 221’ler, Louis Philippe’i tahta çıkardı. Lafayette taç giyme törenini üstlendi. Bu devri cumhuriyetlerin en iyisi olarak nitelendirdi. Paris Belediye Konağı, Reims Katedrali’nin yerini aldı. Bütün bir tahtın yerine bir yarım tahtın bu ikamesi tamamen “1830’un işi” idi. Usta işi bitirdiğinde çözümlerinin muazzam kusuru ortaya çıktı. Bütün bunlar mutlak hakkın sınırları dışında gerçekleştirilmişti. Mutlak sağ haykırdı: “İtiraz ediyorum!”
Sonra, söylemesi korkunç karanlığa çekildi.
III
Louis Philippe
İsyanların kolu korkunç ama eli isabetlidir; sert darbeler ve irade burada tam yerinde bir tercih yapar. 1830 gibi tamamlanmamış, yozlaşmış, bozulmuş ve tali düzeyde kalmış bir devrim hâline gelse bile, kötü düşmemek için içlerinde yeterince aydınlık olan kutsal bir sezgi bulunur. Onları güneş tutulmalarına benzetebiliriz, bu karanlık süreç pek uzun sürmez çünkü bu kişiler tekrar aydınlanma umudundan asla vazgeçmezler. Yine de büyük konuşmayalım, devrimler de insanlar gibi yanılırlar. Burada, gerçekten çok ağır yanılmalar görülmüştür. Biz tekrar 1830 yılına dönelim. 1830 yoldan çıktı fakat buna talih demek gerekir. Kısa kesilen devrimden sonraki düzende krallar, krallıktan daha değerli çıkmıştır. Louis Philippe az bulunur türden bir adamdı. Tarih, babası için hafifletici nedenler elbette ki bulacaktı ancak o kesinlikle babasına hiç benzemezdi. Babası her ne kadar utanılacak biri olsa da Louis Philippe de o kadar beğenilesi niteliklere sahip, saygıdeğer bir prensti. Özel ve genel niteliklerin birçoğuna sahipti. Sağlığını, servetini, dış görünüşünü korur; işlerini özenli yapardı. Her anın değerini bilir ama bir yılın değerini ölçemezdi. Karısını aldatmayan, ölçülü, dingin, sakin ve sabırlı biriydi; gerçek anlamda sevecen ve iyi bir prensti. Sarayındaki uşaklar, burjuvalara Kral ile Kraliçe’nin yatak odasını göstermekle görevlendirilmişlerdi. Ailesinin büyüklerinin gayrimeşru ilişkilerini dahi çekinmeden sergilemeleri gibi Louis Philippe de karısıyla olan ilişkisini halka göstermenin faydalı olacağını düşünmüştü. Avrupa’da konuşulan dillerin neredeyse tümünü bilirdi ve bu da az bulunur bir nitelikti. Soyuna değer vermenin yanı sıra onları cevherlerine göre değerlendirmesini bilir, Orléans olmakla gurur duyar, Bourbonluktan hiç bahsetmezdi. Prenslik günlerinde, kraliyet ailesinin en asil birinci prensine uygun bir yücelikle davranmış ancak kral olarak tahtın başına geçtiği andan itibaren tam bir soylu gibi davranmayı benimsemişti. Halkın karşısında dağınık, aile çevresinde oldukça kibar konuşurdu. Eli öylesine sıkıydı ki bunu kanıtlayabilen olmasa da fazlasıyla pinti olduğu söylenirdi. Gerçekten çok istediği bir şey söz konusu olduğunda kesenin ağzını açmayı bilir ancak tutumlu olmayı severdi. Kültürlü olmanın yanı sıra edebî eserlere düşkün değildi, beyefendiydi ama şövalye ruhlu sayılmazdı; sıradan, huzurlu ve güçlü bir karakteri vardı. Ailesi ve hizmetindekiler kendisini deli gibi severlerdi. Çok hoş konuşur, herkes onunla sohbet etmekten büyük zevk alırdı. Doğru yoldan çıkmayan bir kraldı; her zaman mesafeli davranarak soğuk görünmesine karşın, kendisinin ilgisini çeken konularda lafazana dönüşürdü. Öyle planlı programlı, geleceği düşünerek hareket eden biri değildi ve ülkeyi anı yaşarak yönetmeyi tercih ederdi. Kin tutmadığı gibi minnet de etmezdi. Tahtın altında bağıran şu sır dolu “oy birliklerini bastırmak” için parlamentoyu çok ustaca kullanırdı. Kimi zaman dilinin ayarı olmazdı, çok açık sözlüydü ve bazen çok tedbirsizce davranırdı ancak bunu bile olağanüstü bir başarıyla gerçekleştirirdi. Çare bulmakta, çeşitli maskelerle asıl yüzünü göstermemekte de ustaydı. Avrupa’nın Fransa’sını korkuttuğu gibi Fransa’nın Avrupa’sını da korkuturdu. Vatanseverdi fakat ailesini vatanından daha çok severdi. Özgürlüğüne çok önem verir, kısıtlamalardan nefret ederdi. Louis Philippe gerçek anlamda dikkatli, özverili, düzenli ve çalışmaktan yılmayan, yorgunluk nedir bilmeyen, güçlü bir karakterdi. Zaman zaman kendi sözlerini yalanlar, çelişkiye düşerdi. Ancône’da Avusturya’ya karşı ukalaca davranmış, İspanya’da İngiltere’ye karşı çıkmıştı. Anvers’i bombalatıp Pritchard’ın anısına saygı göstermişti. Marseillaise marşını yürekten bir heyecanla, yüksek sesle okurdu. Güçsüzlüğe, yorgunluklara, güzellik ve ideal ilkelerine, boşuna cömertliklere, boş hayallere, kibir ve yalanlara hiç önem vermez, umursamazdı. Her açıdan kişisel bir cesareti vardı. Valmy’de general, Jemmapes’ta askerdi. Tahta çıktıktan sonra sekiz suikast atlatmış, asla pes etmemiş, sürekli gülümsemişti. Avrupa’nın sarsıntılarıyla kaygılanır, aklının ermediği büyük siyasal risklere atılmaktan çekinirdi. Bununla birlikte canını tehlikeye atmaktan hiç çekinmez fakat hiçbir zaman eserlerini feda etmezdi. Usta bir gözlem yeteneği olmasına karşın asla büyüklük taslamazdı. Kendisi açısından doğru kişiyi seçmeyi gayet iyi bilirdi. Aslında kişiyi değerlendirmek için öncelikle onu tanımak isterdi. Güçlü bir sağduyusu olmasının yanı sıra pratik bir kavrayış ve olgunluğa da sahipti. Zorlanmadan konuşurdu, neredeyse hiçbir şeyi unutmazdı. Bu özelliği Sezar, Büyük İskender ve Napolyon’la olan yegâne benzerliğiydi. Olayları, ayrıntıları, tarihleri, kişileri, soyadlarını hiç unutmazdı. Üst sınıftaki kişiler tarafından kolaylıkla benimsense de Fransa’nın alt katmanı onu pek bağrına basmazdı. Özetle, üstün ve kendine özgü biri olarak Fransa’nın kaygısına ve Avrupa’nın kıskançlıklarına rağmen bir güç yaratarak muhteşem bir kral oldu. Eğer zaferi sevseydi, zamanın üstün kişileri arasında yer alabilirdi. Fakat o sadece yararlı olanı önemsedi, şan ve şerefi her zaman elinin tersiyle itti.
Gençlik döneminde oldukça yakışıklı olan Louis Philippe, yaşlandığında da oldukça kibar ve ağırbaşlı bir beyefendiydi. Halka kendisini her zaman sevdirmeyi bildi. Aslında bir eksiği vardı, o da ihtişam. Kral olmasına rağmen hiçbir zaman taç giymediği gibi yaşlı bir adam olduğunda da beyaz saçlarla hiçbir zaman ortalarda görünmedi. Hâl ve hareketleri eski yönetimden yana olmasına karşın, alışkanlıkları yeni yönetimi yansıtırdı; genel anlamda 1830 yılına uygun bir karışımdan oluşan karakterdeydi. Louis Philippe, o dönem halkına sadece saltanatlı bir ara dönem oldu; her zaman için kullanılan eski imla ve konuşma şeklini korumayı bildi. Macaristan’la Polonya’yı epey severdi fakat “Palan-yalılar” diye yazar ve “Mocorlar” diye telaffuz ederdi. X. Charles gibi ordu üniforması giyer ve Napolyon gibi Legion d’Honneur nişanı taşırdı. Kiliseye nadiren uğrar, hiç ava çıkmaz,