Ejderhanın Saati / Kahraman Conan. Robert E. Howard
Читать онлайн книгу.6’da Texas’ta doğdu. Fantezi, korku, macera, western türlerinde verdiği eserleriyle ünlü olan Amerikalı yazar, aynı zamanda Kılıç ve Büyü (Sword and Sorcery) türünün de yaratıcısıdır. Aksiyon ve macera türünde Amerika’da bilinen en iyi yazarlardan biridir. Özellikle de yarattığı Kimmeryalı Barbar Conan, Atlantisli Kull, Solomon Kane gibi kahramanlarıyla bilinir ve sevilir. Barbar Conan karakteri, ölümünden uzun yıllar sonra bile hatırlanmasını ve okunmasını sağladı. Ucuz dergilerde yayımlanmak üzere yüzlerce hikâye yazdı. Çocukluğundan beri kitaplara, onun yanı sıra boksa ve vücut geliştirmeye de ilgisi vardı. Dokuz yaşından itibaren macera kitabı yazarı olmayı hayal etmişti ancak yirmi üç yaşına geldiğinde gerçek bir başarı sağlayabildi. 11 Haziran 1936’da henüz genç yaşta olmasına rağmen intihar ederek hayatına son verdi.
Özden Karataş, 4 Şubat 1998’de Ankara’da doğdu. 2016 yılında başladığı Hacettepe Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldu. Dil öğrenmeye ve edebiyata karşı özel bir ilgisi olan Karataş, çeşitli yerlerde öğretmenlik ve çevirmenlik yaptı.
Kara büyünün kasvetinde aslan sancağı sallanır ve düşer;
Kader ağlarını örer ve kızıl bir ejderha uyanır sancağın sesinden,
Mızrakların süngülendiği tepede şanlı atlılar dinlenmekteyken,
Lanetli ormanın derinliklerinde kaybolmuş zalim tanrılar uyanır uykularından.
Ölü eller gezinmeye başlar karanlık gölgelerde, yıldızlar bile kaybeder ışıltılarını korkudan,
Çünkü bu korkunun ve gecenin zaferidir, Ejderhanın Saati’dir.
BİRİNCİ BÖLÜM
AH UYKUCU, UYAN!
Uzun mumların alevleri titremeye başladı; duvar boyunca uzanan siyah gölgeleri dalgalandırdı, kadife kilimler sallandı. Hâlbuki odada hiç rüzgâr yoktu. Dört adam, üzerinde oymalı bir zümrüt gibi ışık saçan yeşil lahdin durduğu masanın etrafına dizilmişlerdi. Her birinin elinde meraklı gözlerle tuttukları yeşilimsi ışık saçan mumlar vardı. Gecenin kararttığı ağaçların arasından süzülen rüzgârın uğultuları duyuluyordu dışarıdan.
Odada gergin bir sessizlik vardı. Dört adam, meraktan yanıp tutuşan gözlerini, gizemli yazılarla bezeli yeşil lahit örtüsünden bir an olsun ayırmıyordu. Titrek mumların alevi hayatı durdurmuştu sanki. Lahdin ayak ucundaki adam elinde mumla lahde doğru eğildi, elini kalem gibi kullanarak havaya gizemli bir sembol çizdi. Daha sonra mumu örtünün ucundaki şamdana geri bıraktı, yanındakilerin anlamadığı birtakım sözler mırıldandı, büyük beyaz elini kürk kaplı kaftanının arasına soktu. Elini geri çıkardığında, avucunun içine sanki bir alev topu almış gibiydi.
Diğer üç adam gördükleri karşısında derin bir nefes aldılar, lahdin başucundaki iri, esmer adam fısıldadı: “Ahriman’ın Kalbi!”
Diğer adam elini sessiz ol dercesine kaldırdı. Bir yerlerde bir köpek acıyla uluyordu, sürgülü demir kapının arkasından sinsi ayak sesleri geliyordu. Ama hiçbiri gözlerini mumyadan ayırmadı. Kürk kaftanlı adam şimdi de elinde ışıltılı bir mücevher tutarak büyülü sözler mırıldanıyordu. Mücevher, Atlantis’in denize batışından bile daha eskiydi; ışıltısı göz kamaştırıyordu, adamlar neredeyse gözlerini açıp bakamıyorlardı bile. Birdenbire, lahdin oymalı kapağı, içinde karşı konulamaz bir güç varmışçasına parçalanarak kırıldı, dört adam merakla eğilerek lahdin içine baktılar. Çürümüş bandajların arasından gözüken, ölü bir ağacın dallarını andıran, pörsümüş, kokuşmuş, buruş buruş olmuş; kapkara, kurumuş bir ceset.
“O şeyi hayata döndürmek, öyle mi?” dedi sağ tarafta duran kısa boylu adam, alaycı bir şekilde gülerek. “Bir kere dokunsak kum gibi dağılacak. Ne aptalız.”
“Şşş!” dedi mücevheri tutan iri adam, uyarıcı bir tonda. Fal taşı gibi açılmış gözlerinin üzerindeki geniş alnından terler akıyordu. Öne doğru eğildi, parıltılı taşa elini değdirmeden mumyanın göğsüne koydu. Geri çekildi ve şiddetli bir merakla olacakları izledi, durmadan dualar fısıldıyordu.
Cesedin çürümüş göğsünün üzerinde tutuşmuş bir alev topu belirdi. Adamlar izlerken nefesleri kesilmiş, dişleri kenetlenmişti. O sırada korkunç bir değişim gerçekleşti. Lahitte yatan çürümüş beden genişlemeye, büyümeye, uzamaya başladı. Sargılar yırtıldı ve her taraf toz duman oldu. Buruşmuş uzuvlar düzelmeye, kararmış renkleri beyazlaşmaya başladı.
“Mitra aşkına!” dedi sol taraftaki uzun boylu, sarı saçlı adam. “Stigyalı değilmiş. En azından bu doğruymuş.”
Korkuyla titreyen bir parmak yine “Sessiz olun!” diye uyardı. Dışarıdaki köpek sürüsü artık ulumuyordu. Lahitte yatan ceset, korkunç bir kâbus görüyormuş gibi sessizce inledi, ardından o ses de odadaki gergin sessizliğin derinliklerinde kayboldu. Sarı saçlı adam açıkça, demir kapının dışarıdan zorlanarak açılmaya çalışıldığını duydu. Elini kılıcına attı, kapıya doğru döndü ancak kürk kaftanlı adam hemen uyardı: “Olduğun yerde kal! Zinciri açma ve sakın kapıya gitme!”
Sarı saçlı adam aldırmadı ve yerine döndü, bir süre durdu ve öylece cesede baktı. Yeşil lahitte canlı bir adam yatıyordu: Uzun boylu, beyaz tenli, saçı ve sakalı siyah, çıplak, kanlı canlı bir adam. Hareketsiz bir şekilde yatıyordu, gözleri yeni doğmuş bir bebek gibi hiçbir şey bilmeyen bakışlarla kocaman açılmıştı. Göğsünün üzerindeki büyük mücevher parıldıyor, ışık saçıyordu.
Kürklü adam, yaşadığı sıra dışı gerginlikten sonra sersemlemişti.
“Ishtar!” dedi nefes nefese kalarak. “O Xaltotun! Ve o yaşıyor! Valerius! Taraküs! Amalric! Gördünüz değil mi, gördünüz? Bana inanmamıştınız. Ama başardım! Bu gece cehennemin kapısından döndük, karanlığın bulutu üzerimizde toplandı, onu cehennemin kapısına kadar uğurladılar. Ama yine de büyük sihirbazı hayata döndürmeyi başardık!”
“Ve şüphesiz ruhumuz bu lanetle sonsuza kadar cennet ve cehennem arasındaki arafta kalacak.” diye mırıldandı, kısa boylu ve esmer adam, Taraküs.
Sarı saçlı Valerius bir kahkaha attı.
“Hangi araf hayatın kendisinden daha kötü olabilir ki? Zaten hepimiz doğumumuzla lanetlenmişiz. Ayrıca bir krallık uğruna kim zavallı ruhunu feda etmez ki?”
“Onun bakış açısında mantık arama, Orastes.” dedi, iri yapılı adam.
“Uzun zamandır ölü olan bir adam var burada.” diye devam etti. “Yeni doğmuş bir bebek gibi. Uzun bir uykudan sonra kafası bomboş, uyku bile değil hatta ölüm. Biz onun ruhunu, karanlığın ve unutulmuşluğun boşluğundan aldık, getirdik. Onunla konuşacağım.”
Lahdin ayak ucuna doğru eğildi, içindeki kişinin büyük kara gözlerine doğru baktı ve yavaşça: “Uyan, Xaltotun!” dedi. Dudakları yavaşça hareket etti. “Xaltotun!” diye fısıldayarak hafifçe dokundu.
“Sen Xaltotun’sun!” diye haykırmaya devam etti Orastes, yatan adamı bu fikre ikna etmeye çalışırmış gibi. “Sen Akheron’dan Pythonlu Xaltotun’sun!”
Kara gözlerini aralarken loş ışık gözlerini kamaştırdı, yavaşça:
“Ben Xaltotun’dum.” dedi fısıldayarak. “Ama şu an ölüyüm.”
“Evet Xaltotun’sun!” dedi Orastes, bağırarak. “Ölü değilsin! Yaşıyorsun!”
“Xaltotun’um evet ama ölüyüm.” diye fısıldadı tekrar ürkütücü ses. “Khemi, Stigya’daki evimde öldüm ben.”
“Ve seni zehirleyen rahipler vücudunu alelade bir şekilde mumyaladılar. Bu sayede organların sağlam kaldı. Şimdi tekrar hayattasın! Ahriman’ın Kalbi, senin ruhunu sonsuzluktan alıp seni hayata döndürdü!” diyerek heyecanlı bir şekilde haykırdı Orastes.
“Ahriman’ın Kalbi!” Hatırlamaya başladı. “Barbarlar onu benden çalmıştı!”
Orastes “Hatırlıyor.” diye mırıldandı. “Hadi, çıkarın onu.”
Diğerleri tereddütlü bir şekilde dediğini yapmaya başladılar. Hayata döndürdükleri vücuda dokunmaktan, parmaklarının ucundaki kanla canla dolmuş taze ete ellemekten kaçınıyorlardı.