Uğultulu Tepeler. Эмили Бронте
Читать онлайн книгу.okuduğu duayı bitirip ayağa kalkmış, dua edip yatağına yatması için efendisini uyandıracağını söylemişti. Bir adım ilerledi; efendisini adıyla çağırdı, elini omuzuna değdirdi. Bey kıpırdamıyordu… Joseph, mumu alıp yüzüne baktı.
O mumu, yerine koyarken kötü bir şeyler olduğunu anlamıştım. Çocukları kollarından tutup fısıldayarak, gürültü etmeden yukarı çıkmalarını, o gecelik dualarını kendi kendilerine okuyabileceklerini, Joseph’in işinin olduğunu söyledim. Bizim engel olmamıza kalmadan Catherine, kollarını babasının boynuna doladı.
“Ben önce babama, iyi geceler dileyeceğim.” dedi.
Zavallı yavrucak uğradığı kaybı, derhâl fark etmişti. Avaz avaz bağırdı:
“Ah! Babam ölmüş, Heathcliff… Babam ölmüş!”
İkisi birden yürek paralayıcı bir ağlama tutturdu.
Benim acı çığlıklarım, onlarınkine karışmaktaydı. Joseph, cennetteki azizlerden biri için bu derece feryat etmemizin faydasız olduğunu söylüyordu.
Bana da hemen mantomu sırtıma geçirip doktorla papazı çağırmak için Gimmerton’a gitmemi söyledi. Ben ikisinin de ne işe yarayabileceğini kestirememiştim ama gene de yağmur, rüzgâr altında gittim; bir tanesini, doktoru getirdim. Öbürü de sabahleyin geleceğini söyledi.
Durumu doktora açıklamayı Joseph’e bırakıp çocukların odasına koştum. Kapıları ardına kadar açıktı, vakit gece yarısını geçtiği hâlde hiçbirinin yatmadığını gördüm. Yalnız, biraz daha sakinleşmişlerdi, benim onları yatıştırmama lüzum yoktu. Yavrucaklar, birbirlerini benim hiçbir zaman aklıma gelmeyecek derecede güzel düşüncelerle avutuyorlardı. Hiçbir papaz, cenneti onların çocuksu konuşmalarında anlattıkları kadar güzel tarif edemezdi. Ben de bir yandan hıçkırıp bir yandan onları dinlerken o anda, hep beraber cennette olmayı istemekten kendimi alamadım.
6
Bay Hindley cenaze töreni için eve geldi. Bizi şaşırtan, komşuları da doğru yanlış bir sürü dedikodu yapmaya zorlayan bir şey oldu: Yanında karısını da getirmişti.
Kadın neyin nesiydi, nerede doğmuştu; bunları bize hiç açıklamadı. Belliydi ki kadının parası da doğru dürüst bir ailesi de yoktu; öyle olmasa Küçük Bey, evlendiğini babasından gizlemezdi.
Kadın, kendi hevesleri uğruna evde tedirginlik yaratacak bir kimse değildi. Kapının eşiğinden içeri adımını attığı andan itibaren gördüğü her şeyden, her olaydan hoşlanmışa benziyordu. Yalnız cenaze hazırlığıyla yas tutucuların varlığı, onun hoşuna gitmemişti.
Bu işler sırasında takındığı tavırlara bakınca onun, biraz kaçık olduğunu düşündüm çünkü odasına koşarken o sırada çocukları giydirmem gerektiği hâlde, beni de peşinden sürüklemişti. Odada tir tir titreyerek oturmuş, ellerini ovuştura ovuştura, boyuna: “Daha gitmediler mi?” diye sorup durmuştu.
Sonra da siyah rengin onda nasıl sinirli duygular uyandırdığını anlatmaya başlamıştı. Sonra durakladı, bir an korkuyla titredi, nihayet hüngür hüngür ağlamaya koyuldu. Niye ağladığını sorunca da bilmediğini, yalnız ölmekten pek çok korktuğunu söyledi.
Bana sorarsanız ölüm, ondan en az benden olduğu kadar uzaktı. Epey zayıftı ama dipdiri bir görünüşü vardı, gözleri de pırlantalar gibi parlıyordu. Merdivenleri çıktıktan sonra soluk soluğa kaldığını, küçücük bir gürültüyle titreyip ürperdiğini, bazen de kötü kötü öksürdüğünü fark etmiştim. Yalnız bu belirtilerin neye işaret olduğunu bilmiyordum. Ona acımaya da hiç niyetli değildim. Zaten biz burada genellikle yabancılara pek sokulganlık göstermeyiz Bay Lockwood; onlar önce bize sokulmazsa demek istiyorum.
Hindley Earnshaw, üç yıllık yokluğu sırasında bir hayli değişmişti. Daha solmuş, incelmişti; konuşması da giyinişi de adamakıllı başkalaşmıştı. Daha eve geldiği gün de Joseph’le bana, bundan sonra mutfağın arka bölümüne yerleşmemizi, evi ona bırakmamızı söyledi. Ona kalsa boş küçük odalardan birine halı döşeyecek, duvarlarını kâğıtla kaplatıp bir oturma odası hâline getirecekti ama karısı; beyaz döşemeyi, kocaman ocağı, kalaylı kap kacakları, köpek kulübesini ayrıca oturacakları yerin böyle geniş olmasını pek beğendiğinden Hindley de karısını rahat ettirmek için, bu işlere girişmeye lüzum görmedi.
Genç kadın, yeni akrabaları arasında bir de kız kardeşin bulunmasına başlangıçta pek sevinmiş gibiydi. Catherine’le durmadan çene çalıyor, onu okşuyor, beraberce oraya buraya koşuyor, sık sık da ona hediyeler veriyordu. Derken bu sevgi de çabucak sönüverdi, kadın hırçınlaşınca Hindley de zorbalığa başladı. Karısının Heathcliff’ten hoşlanmadığını belli eden bir-iki sözü, onun çocuğa karşı beslediği eski nefretin gene uyanmasına yetmişti. Küçük Bey, onu kendilerinin yanından ayırıp hizmetçilerin arasına gönderdi, papazdan aldığı derslerden yoksun etti, bunun yerine de çiftliğin işleriyle uğraşmasını emretti, onu bir çiftçi yamağıymış gibi çalışmaya zorladı.
Catherine, kendi öğrendiklerini ona öğretti; tarlalarda onunla oyunlar oynadığı için Heathcliff, bu hakir görülme işini önceleri pek önemsememişti. İkisi de vahşiler gibi kaba birer insan olacağa benziyorlardı. Genç Bey onların davranışlarıyla, yaptıkları işlerle hiç ilgilenmiyordu, çocuklar da ondan uzak durmaya bakıyorlardı. Pazarları kiliseye gidip gitmediklerini bile araştırmazdı ancak Joseph’le papaz, çocukların kiliseye gelmediğini görüp de ona ilgisizliğinden dolayı çıkışırlarsa o da Heathcliff’in kırbaçlanmasını, Catherine’in de öğle ya da akşam yemeğinde aç bırakılmasını emrederdi.
Sabahtan kırlara kaçıp bütün gün orada kalmak, çocukların büyük eğlencelerinden biriydi. Sonradan yiyecekleri cezaya da gülüp geçilecek basit bir şey gözüyle bakıyorlardı. Papaz, Catherine’in İncil’den dilediği kadar bölümü ezberlemesini isteyebilirdi, Joseph de kollarının kuvveti kesilinceye kadar Heathcliff’i dövebilirdi; onlar tekrar bir araya gelir gelmez hiç olmazsa şeytanca bir öç alma tasarlamaya başladıkları an, her şeyi unutuyorlardı.
Ben de birçok kereler çocukların her geçen gün biraz daha kötüye gittiklerini görerek ağlamıştım ama bu dostsuz yaratıklar üzerinde az da olsa sözüm geçiyordu, bunu kaybetmekten korktuğum için bir tek kelime bile söyleyemiyordum.
Bir pazar akşamıydı. Ya çok gürültü yaptıkları için ya da buna benzer basit bir kabahat yüzünden odadan dışarı çıkarılmışlardı. Onları yemeğe çağırmak üzere aradığım zaman hiçbir yerde bulamadım.
Evin üstüne, altına, bahçeye, ahırlara baktık; görünürlerde yoklardı. Nihayet Hindley de öfke içinde, bize kapıları sürgülememizi, o gece kimsenin çocukları içeri almamasını söyledi.
Ev halkı odalarına çekildi; ben ise yatamayacak kadar tasalıydım. Penceremi açtım, yağmura aldırmadan başımı dışarı uzatıp dinlemeye koyuldum. Gelirlerse yasağa rağmen onları içeri almaya kararlıydım.
Biraz sonra, yoldan ayak seslerinin geldiğini duydum. Bahçe kapısının aralığından bir lambanın ışığı sızdı.
Başıma bir şal alıp koştum. Kapıyı vurup Hindley’i uyandırmalarını önlemek istiyordum. Heathcliff yalnızdı. Onu böyle tek başına görünce korkmuştum. Telaşla bağırdım:
“Catherine nerede? Kazaya falan uğramadı ya?”
Heathcliff: “O Thrushcross Çiftliği’nde.” dedi. “Ben de orada kalacaktım ama beni davet etmek nezaketini göstermediler.”
“Eh, öyle bir azar işiteceksin ki!” dedim. “Zaten laf işitmedikçe de rahat