Çeliğin Hükümdarlığı . Морган Райс
Читать онлайн книгу.ağaca dolayarak arkadan tutundu. Stara’yı bütün gücüyle kendisine doğru çekti, bacakları her ikisinin de uçurumdan aşağı yuvarlanmasını önleyen tek şeydi.
Son bir hareketle, inledi ve bağırdı ve onu akıntıdan çekip kenara çıkarmaya muvaffak oldu ve yuvarlanıp mağaraya diğerlerinin yanına doğru gitmesini sağladı. O giderken Reece de onunla birlikte yuvarlanarak kendisini akıntının dışına çıkardı ve yerde sürünürken Stara’ya yardım etti.
Mağaranın güvenliğine eriştikleri zamana Stara yorgunluk içinde yere çöktü ve yüzüstü çamura uzandı, hayatta olduğuna o kadar minnettardı ki.
Nefes nefese, sırılsıklam orada yatarlarken, ölüme ne kadar yaklaşmış olduğunu değil, Reece’in hala kendisini sevip sevmediğini düşünüyordu. Bunun kendisi için yaşayıp yaşamamaktan dana büyük bir önem taşıdığını fark etmişti.
Stara mağaranın içinde ufak bir ateşin çevresinde kıvrılmış oturuyordu, diğerleri de yakınındaydılar ve nihayet kurumaya başlamışlardı. Etrafına baktı ve dördünün savaştan kurtulanlara benzediklerini gördü: yanakları içe çökmüş, hepsi gözlerini dikmiş alevlere bakıyorlardı. Ellerini ateşe tutup ovuşturuyor, kendilerini sonu gelmeyen ıslaklık ve soğuktan korumaya çalışıyorlardı. Kulakları dışarıyı kırbaçlayan rüzgâr ve yağmurdaydı. Bunlar Yukarı Adalar’ın hiç dinmeyen unsurlarıydı. Sanki bunun hiç sonu gelmeyecekmiş gibiydi.
Şimdi gece olmuştu ve görülebilecekleri korkusuyla bu ateşi yakmak için bütün gün beklemişlerdi. Nihayet, hepsi o kadar üşümüşler, yorulmuşlar ve perişan düşmüşlerdi ki, bunu göze almak zorunda kalmışlardı. Stara kaçmalarından beri yeterli zaman geçtiği düşüncesindeydi—kaldı ki, o adamların bu uçurumlara kadar inmeye cesaret edebileceklerini hiç
Sanmıyordu. Burası çok dik ve ıslaktı ve eğer inmeye kalkışırlarsa, bunu denerken ölürlerdi.
Yine de, dördü burada mahkûmlar gibi kapana kısılmış kalmışlardı. Eğer mağaradan bir adım dışarı atsalar, neticede Yukarı Adalıların bir ordusu onları bulur ve hepsini öldürürdü. Kardeşi de ona merhamet göstermezdi. Ümitsiz bir durumdu bu.
Düşüncelere dalmış, mesafeli duran Reece’in yakınına oturdu ve olayları düşündü. Kalede Reece’in hayatını kurtarmıştı, ama o da uçurumda kendisinin hayatını kurtarmıştı. Bir zamanlar olduğu kadar hala kendisine önem veriyor muydu? Kendisinin hala ona önem verdiği kadar? Veya Selese’in başına gelenler nedeniyle hala canı sıkkın mıydı? Kendisini mi suçluyordu? Onu hiç affedecek miydi?
Stara, başı ellerinin arasında, kaybolmuş bir insan gibi alevlere bakarken Reece’in çektiği ıstırabı hayal edemezdi. Onun aklından nelerin geçmekte olduğunu merak ediyordu. Kaybedecek başka bir şeyi kalmamış, ıstırabın kenarına gitmiş ve daha pek oradan dönmemiş bir adam gibi görünüyordu. Suçluluk duygusuyla yıkılmış bir insan. Bir zamanlar tanıdığı adama benzemiyordu, sevgi ve neşe dolu olan, çok çabuk gülümseyen, kendisini sevgi ve şefkat yağmuru altında bırakan o adama. Şimdi, daha çok, sanki içinde bir şeyler ölmüş gibi duruyordu.
Stara Reece ile göz göze gelmekten çekinerek, ancak yine de yüzünü görme ihtiyacı içinde yukarı baktı. İçten içe onun da kendisine bakmakta olduğunu, kendisini düşündüğünü ümit ediyordu. Ancak onu gördüğü vakit, kesinlikle kendisine bakmadığını görmek kalbini kırdı. Bunun yerine Reece sadece alevlere bakıyordu ve yüzünde şimdiye kadar gördüğü en yalnız bakış vardı.
Stara milyonuncu kez aralarında her ne var idiyse, bunun Selese’in ölümüyle yıkılarak sona erip ermediğini merak etmekten kendini alıkoyamadı. Milyonuncu kez, bu kadar şeytanca bir planı uygulamaya koydukları için kardeşlerine —ve kendi babasına—lanet okudu. Reece’i daima kendisi için istemişti tabii; ama kendisi asla Selese’in ölümüne yol açan bir dolap çevrilmesini onaylamazdı. Selese’in ölmesini veya hatta yaralanmasını asla istememişti. Reece’in haberi ona yumuşak bir şekilde vereceğini ve keyfi kaçsa da, onun bunu anlayacağını—ve kuşkusuz kendi hayatını almamış olacağını düşünmüştü.
Şimdi Stara’nın planlarının hepsi, bütün geleceği, korkunç ailesinin sayesinde gözlerinin önünde yok olup gitmişti. Matus kendisiyle kan bağı olanlar arasında kalan yegâne mantıki kişiydi. Ancak, Stara ona ne olacağını, dördünün başına ne geleceğini merak ediyordu. Böyle bu mağarada çürüyüp ölecekler miydi? Neticede buradan çıkmaları gerekecekti. Ve biliyordu ki, kardeşinin adamları acımasız insanlardı. Onların hepsini öldürünceye kadar durmayacaktı—özellikle Reece kendi babasını öldürdükten sonra.
Stara babasının ölümünden biraz pişmanlık duyması gerektiğini biliyordu—ancak hiç böyle bir şey hissetmiyordu. Ondan nefret ediyordu ve her zaman etmişti. Aksine, kendisini rahatlamış, hatta onu öldürdüğü için Reece’e minnettar hissediyordu. Bütün hayatı boyunca yalancı, şerefsiz bir savaşçı ve kral olmuştu ve kendisine hiç babalık etmemişti.
Stara hepsi yorgun vaziyette saatlerdir öyle oturan bu üç savaşçıya göz attı. Saatlerdir seslerini çıkarmamışlardı ve içlerinden herhangi birinin bir planı olup olmadığını merak etti. Srog kötü yaralanmıştı ve Mathus ile Reece de yaraları ufak olsa da, aynı şekilde yaralıydılar. Hepsi kemiklerine kadar donmuş, bu yerin havası ve karşılarındaki güçlükler tarafından yere serilmiş gibi görünüyorlardı.
Monotonluğa ve karamsarlığa daha fazla dayanamayıp çöken ağır sessizliği bozarak, “O zaman hepimiz bu mağarada sonsuza kadar oturup burada ölecek miyiz? diye sordu Stara.
Yavaşça, Srog ve Matus ona doğru baktılar. Ama Reece hala başını kaldırmıyor ve onunla göz göze gelmiyordu.
Srog,“Sen nereye gitmemizi isterdin?” diye sordu çekinerek. “Bütün ada kardeşinin adamlarıyla kaynıyor. Onlara karşı ne gibi bir şansa sahip olabiliriz? Özellikle kaçışımızdan ve babanın ölümünden öfkeye kapılmalarından sonra.”
“Başımızı tam bir belaya soktun, kuzenim,” dedi Matus, gülümseyip bir elini Reece’in omzuna koyarak. “Yaptığın cesur bir hareketti. Muhtemelen hayatta gördüğüm en cesur hareket.”
Reece omzunu silkti.
“Benim gelinimi çaldı. Ölmeyi hak etmişti.
Gelin sözcüğünü duyunca Stara’nın saçları diken diken oldu. Bu kalbini kırdı. Bu sözcüğü kullanmış olması her şeyi anlatıyordu… Belli ki Reece hala Selese’yi seviyordu. Stara’nın gözlerine bile bakmıyordu. İçinden ağlamak geldi.
“Endişe etme, kuzenim,” dedi Matus. “Babamın öldüğüne seviniyorum ve onu öldüren sen olduğun için memnunum. Seni suçlamıyorum. Sana hayranlık duyuyorum. Bu sırada bizi neredeyse öldürtmüş olsan bile.”
Reece açıkça Matus’un sözlerini takdir ederek başıyla onayladı.
“Ama kimse bana cevap vermedi,” dedi Stara. “Plan nedir? Hepimizin burada ölmesi mi?”
“Senin planın ne?” diye Reece cevap verdi ona.
“Planım yok,” dedi. “Ben rolümü oynadım. Hepimizi o saraydan kurtardım.”
“Evet, kurtardın,” dedi Reece hala ona değil, alevlere bakarak. “Hayatımı sana borçluyum.”
Hala gözlerini kaçırsa bile, Stara Reece’in sözlerinde bir ümit ışığı gördü. Her şeye rağmen acaba kendisinden nefret etmiyor mu diye merak etti.
“Ve sen de benimkini kurtardın,” diye yanıtladı. “Uçurumun kenarından. Ödeştik.”
Reece hala alevlerin içine bakıyordu.
Onun