Silahlarin Teslimi . Морган Райс
Читать онлайн книгу.ardına karaya yanaştırmaya başladılar.
Tüm yaptıklarını inceleyen Romulus gülümsedi. Gökyüzü kararıyordu, bir kurban vermek için mükemmel bir zamanda kıyıya ulaşmıştı. Bunun için teşekkür etmesi gereken tanrılar olduğunu biliyordu.
Dönüp adamlarına baktı.
“ATEŞ!” diye bağırdı Romulus.
Adamları üç başlı bir yıldız formunda yayıp şekil verdikleri beş metre yüksekliğinde, devasa bir odun yığınını hazırlamışlar, yakmayı bekliyorlardı.
Romulus kafasını salladı ve adamları birbirlerine bağlı bir düzine köleyi getirdiler. Köleler kamp ateşi odunlarının etrafında sıralanarak bağlanmışlardı. Gözlerinde panik okunuyordu. Hazır olan ateşi ve canlı canlı yakılmak üzere olduklarını anladıklarından çığlık çığlığa bağırıyor, korkudan çırpınıp duruyorlardı.
“HAYIR!” diye bağırdı biri. “Lütfen! Size yalvarıyorum! Bu şekilde değil! Herşey olur ama bu değil!”
Romulus onları görmezden geldi. Bunun yerine sırtını onlara dönerek ileriye doğru bir kaç adım attı. Kollarını iki yana açtı ve kafasını da gökyüzüne uzattı.
“OMARUS!” diye bağırdı. “Bize görebileceğimiz ışığı ver! Bu geceki kurbanlarımı kabul et. Halka’ya yolculuğumda yanımda ol. Bana bir işaret ver. Başarıp başaramayacağımı bilmemi sağla!”
Romulus ellerini indirdiğinde, adamları koşarak meşaleleri odunlara fırlattılar.
Tüm köleler diri diri yakılırken korkunç çığlıklar yükseldi. Kıvılcımlar her yana dağılırken Romulus, yüzünde alevlerden yansıyan ışıkla bu sahneyi izliyordu.
Romulus kafasını sallayınca adamları gözleri olmayan, yüzü kırışmış, iki büklüm yaşlı bir kadını getirdiler. Romulus sabırla kadını izledi, kehanetini bekledi.
“Başaracaksın,” dedi. “Güneşlerin birleştiğini görmezsen eğer.”
Romulus gülümsedi. Güneşlerin birleşmesi mi? Bu, bin yıldır olmamıştı.
Ruhu neşeyle doldu, sıcacık bir his göğsüne yerleşti. Tek duyması gereken buydu. Tanrılar onunlaydı.
Romulus pelerini alıp atına bindi ve onu hızla tekmeleyerek Kanyon’u geçip onu Doğu Geçidi’ne ve kısa süre sonra da tam Halka’nın kalbine yönlendirecek yola doğru kumun üstünde yalnız başına dörtnala gitmeye başladı.
SEKİZİNCİ BÖLÜM
Selese savaş alanındaki yıkıntılar arasında yürüyordu. Yanında Illepra vardı, yerdeki bedenlere bakıyor, hayat belirtisi arıyorlardı. İkisi bir arada kalmış, ordunun ana bölümünü takip ederek yaralı ve ölülere baka baka Silesia’dan buraya uzun ve yorucu bir yürüyüşle gelmişlerdi. Diğer şifacılardan ayrılmış ve iyi arkadaş olmuşlardı, sıkıntılar onları birbirlerine bağlamıştı. Bu bağ çok normaldi elbet, yaşları birbirine yakındı, birbirlerine benziyorlardı ve belki de en önemlisi ikisi de bir MacGil’e aşıktı. Selese Reece’i, Illepra ise kabul etmekten nefret etse de Godfrey’i seviyordu.
Ordunun ana bölümüne yetişmek için ellerinden geleni yapmışlar, arazilerden, ormanlardan, çamurlu yollardan geçerek yaralı MaGilleri aramışlardı. Ne yazık ki onları bulmak o kadar zor değildi, araziyi doldurmuşlardı. Bazı durumlarda Selese onları iyileştirebildi ama çoğu zaman Illepra’yla beraber tek yapabildikleri yaralarını sarmak ve iksirlerle acılarını hafifleterek huzurlu bir ölüme yol almalarına izin vermek oldu.
Bu, Selese’nin kalbini kırıyordu. Tüm hayatı boyunca küçük bir kasabada şifacılık yapmıştı, bu denli büyük ve ciddi bir durumla başa çıkması gerekmemişti. Ufak sıyrıklar, kesikler, yaralar ve belki bazen Forsyth ısırıklarıyla uğraşmıştı. Ama bu denli büyük bir kıyım ve ölüme, bu kadar büyük yaralar ve yaralılara alışkın değildi. Bu onu derinden üzüyordu.
Onun mesleğinde Selese insanları iyileştirmeyi arzu ederdi, fakat Silesia’ya ayak bastığından beri sonu gelmeyen bir kan zincirinden başka bir şey görmemişti. İnsan insana bunu nasıl yapardı? Bu yaralı adamların her biri, birinin oğluydu, babasıydı, kocasıydı. İnsanoğlu nasıl bu kadar zalim olabilirdi?
Selese’in kalbi, karşılaştığı ve yardım etmeye gücünün yetmediği her insanla daha çok kırılıyordu. Taşıyabilecekleri malzemeler kısıtlıydı, bu uzun yolculuk göz önüne alınırsa hemen hemen hiç bir şeyleri yoktu. Krallığın diğer şifacıları tüm Halka’ya dağılmışlardı. Bizatihi kendileri bir orduydu ama yeterli değildi, malzemeleri kafi gelmiyordu. Yeteri kadar araba, at ve yardımcı ekip olmadan taşıyabileceği şeyler belliydi.
Selese gözlerini kapadı ve derin bir nefes aldı, yürürken yaralı insanların yüzleri gözlerinin önünde beliriyordu. Çok defa acı içinde çığlık atan ölümcül yara almış bir askere bakmış, gözlerinin cama dönüşmesini izleyerek ona Blatox vermişti. Bu etkili bir ağrı kesici ve yatıştırıcıydı. Fakat kötüye giden yaraları iyileştirmez ya da enfeksiyonu durduramazdı. Malzemeleri olmadan yapabileceğinin en iyisi buydu. Aynı anda hem ağlamak hem çığlık atmak istiyordu.
Selese ve Illepra birbirlerinden bir kaç adım ötede yatan yaralı iki askerin başına çömelerek iğne ve iplikle dikmeye başladılar. Selese bu iğneyi çok fazla sayıda kullanmak zorunda kalmıştı, temiz bir tane olmasını istedi. Fakat başka şansı yoktu. Bir türlü kapanmak bilmeyen ve sürekli açılan pazusundaki yarayı uzun ve diklemesine dikerken asker acı içinde çığlık attı. Selese bir avucunu üstüne bastırarak kan akışını kesmeyi denedi.
Fakat savaşı kaybediyordu. Bu askere bir gün önce ulaşabilmiş olsaydı her şey yoluna girecekti ama şimdi kolu yeşildi ve sadece kaçınılmazı biraz erteleyebiliyordu.
“İyi olacaksın,” dedi Selese ona eğilerek.
“Hayır olmayacağım,” dedi, yüzünde ölen birinin bakışı vardı. Selese hali hazırda bu bakışı çok defa görmüştü. “Söyle bana, ölecek miyim?”
Selese derin bir nefes alıp tuttu. Buna nasıl cevap vereceğini bilmiyordu. Yalan söylemekten nefret ediyordu ama askere bunu söylemeye de dayanamazdı.
“Kaderimiz yaradanın elindedir,” dedi. “Hiç birimiz için geç değildir. İç,” diyerek belindeki ilaç çantasından küçük şişe bir Blatox verdi, ağzına götürerek alnını okşadı.
Gözleri yuvarlandı, iç çekti, ilk kez huzurluydu.
“İyi hissediyorum,” dedi.
Bir an sonra gözleri kapandı.
Selese yanaklarından yaşların süzüldüğünü hissetti, çabucak sildi.
Illepra ilgilendiği yaralıyla işini bitirmişti, ikisi de yorgun argın kalkıp sonsuza uzanan yolda birlikte yürüyüp art arda cesetleri geçmeye devam ettiler. Ana orduyu takip ederek çaresiz doğuya doğru yol aldılar.
“Burada bir işe yarıyor muyuz ki?” diye nihayet sordu Selese, uzun bir sessizliğin ardından.
“Elbette,” diye cevap verdi Illepra.
“Ama öyle görünmüyor,” dedi Selese. “Çok azını kurtardık ama çoğunu kaybettik.”
“Peki o azı?” diye cevap verdi Illepra. “Onların kıymeti yok mu?”
Selese düşündü.
“Elbette var,” dedi. “Ama ya diğerleri?”
Selese gözlerini kapatıp onları düşünmeyi denedi ama artık sadece bulanık yüzler görüyordu.
Illepra