Savaşin Armağani . Морган Райс
Читать онлайн книгу.BÖLÜM
İmparatorluk komutanı zertasını tekrar tekrar kamçılayarak Büyük Hiçlik’te günlerdir yaptığı gibi çölün zeminindeki izlerin peşinden gidiyordu. Adaları da nefes nefese, yorgunluk yıkılmak üzere peşinden geliyorlardı, çünkü komutan onlara yola çıktıklarından beri dinlenme molası vermemişti. Gece boyunca bile ilerlemişlerdi. Zertaları nasıl son nefeslerine kadar kullanacağını biliyordu… Aynı şeyi insanlar içinde yapmasını biliyordu.
Kendisine de adamlarına da acımıyordu. Onların yorgunluğa, sıcağa ve soğuğa karşı dayanıklı olmalarını istiyordu… Özellikle de bu gibi kutsal bir görevdeyken. Ne de olsa, bu izleri düşündüğü yere, efsanevi Yamaca gidiyorsa, İmparatorluğun tüm kaderini değiştirebilirdi.
Komutan zertayı cıyaklatana dek topuklarıyla yaratığın böğrüne vurdu ve tökezleyip düşecek raddeye gelene dek daha hızlı gitmeye zorladı. Gözlerini kısarak güneşe baktı, ilerlerken izleri inceledi. Hayatı boyunca çok iz sürmüştü ve izlerin sonuna vardığında birçok kişiyi öldürmüştü… Ama asla bu denli zorlu bir iz peşinden gitmemişti. İmparatorluk tarihindeki en büyük keşfi yapmaya ne kadar yaklaştığını hissedebiliyordu. İsmi anılacak, nesiller boyu ondan söz edilecekti.
Çölde bir yamaca tırmandılar ve komutan cılız bir sesin tıpkı çölde kopmak üzere olan bir fırtına gibi yükselmeye başladığını duydu; yamacın tepesine çıkarken ileriye baktı ve bir kum fırtınasının onlara doğru yaklaştığını göreceğini düşündü, ama bunun yerine yüz metre ileride sabit bir kum duvarı görünce şaşırdı. Duvar yerden doğruca göğe doğru yükseliyor, olduğu yerde kıvrılıp dönerek sabit bir girdabı andırıyordu.
Yanında adamlarıyla durdu ve duvar yerinden kımıldamadığı için merakla buna baktı. Buna bir anlam verememişti. Hızla dönen bir kum duvarıydı, ama onlara yaklaşmıyordu. Diğer tarafında ne olduğunu merak etti. Nedense orada Yamacın olduğunu hissetti.
“İzler burada sona eriyor,” dedi askerlerden biri hayal kırıklığıyla.
“Bu duvarı aşamayız,” dedi bir başka asker.
“Bizi sadece daha fazla kumun bulunduğu bir yere getirdiniz,” dedi birisi.
Komutan kararlı bir biçimde kaşlarını çatıp, ağır ağır başını salladı.
“Ya o kum duvarının diğer tarafına bir başka diyar varsa?” dedi.
“Diğer tarafı mı?” dedi bir asker. “Çıldırdınız herhalde. Orası bir kum bulutundan, bu çölün geri kalanı gibi uçsuz bucaksız bir hiçlikten ibaret.”
“Başarısız olduğunuzu itiraf edin,” dedi başka bir asker. “Hemen geri dönelim… Yoksa siz olmadan geri döneceğiz.”
Komutan dönüp askerlerine baktı. İtaatsizlikleri onu şok etmişti. Bakışlarından onu kınadıklarını ve isyan etmek üzere olduklarını anladı. Buna bir son verecekse, derhal bir şeyler yapması gerektiğini biliyordu.
Ani bir öfkeyle eğilip kemerinden bir hançer aldı ve bunu tek bir hareketle hızla arkasındaki askerin boğazına sapladı. Asker nefessiz kalıp zertasından arka üstü yere düştü ve çölün zemininde yeni bir kan birikintisi meydana geldi. Saniyeler içinde, bir sürü böcek bir yerden çıkıp adamın cesedini kapladı ve onu yemeye başladı.
Diğer askerler bu sefer korkuyla komutanlarına baktılar.
“Emirlerime karşı gelmek isteyen başkası var mı?” diye sordu komutan.
Adamlar endişeyle ona baktılar, ama kimse bir şey demedi.
“Ya çöl sizi öldürür, ya da ben. Karar sizin.”
Komutan başını önüne eğip ilerlemeye devam etti ve ölebileceğini bile bile kum duvarına doğru giderken muazzam bir savaş çığlığı attı. Adamlarının peşinden geleceğini biliyordu. Bir saniye sonra, zertalarının sesini duydu ve memnuniyetle gülümsedi. Bazen adamların hizaya getirilmesi gerekiyordu.
Kum girdabına girerken çığlık attı. Üstüne adeta milyon kilo kum binmiş gibiydi ve kum duvarının daha da derinlerine girerken tenini dört bir yandan sıyırıyordu. Ses o denli yüksekti ki, kulaklarında bin tane eşek arısı vızıldıyor gibiydi. Buna rağmen, zertasını tekmeleyerek saldırmaya devam etti. Zertası ona direndiği halde duvarın daha da içine ilerledi. Kumun başını, gözlerini ve suratını tırmaladığını hissediyor, paramparça olacağını düşünüyordu.
Yine de durmadı.
Tam adamlarının haklı çıktığını, bu duvarın ardında hiçbir şey olmadığını hepsinin orada öleceğini düşünürken, aniden kum duvarının diğer tarafında gün ışığına çıktığını görünce rahatladı. Tenini tırmalayan kumlar, o yoğun ses dinmişti ve etrafında berrak bir gökyüzüyle açık bir alandan başka bir şey yoktu. Hayatında bu tür bir manzarayı gördüğüne hiç o kadar sevinmemişti.
Adamları etrafından onun gibi üstleri başları sıyrıklar ve kanlar içinde zertalarıyla birlikte duvardan çıktılar ve hepsi hayatta olduğu halde daha ziyade ölü gibi gözüküyorlardı.
Komutan yukarıya ve ileriye bakarken, hayretler verici bir manzarayı gördü ve kalbi çılgınlar gibi atmaya başladı. Manzaraya bakarken nefes bile alamadı. Ama kalbi ağır ağır ama gördüğü şeyden emin bir biçimde ani bir zafer ve galibiyet sevinciyle doldu. Görkemli tepeler göklere kadar yükseliyor ve bir halka oluşturuyordu. Orası tek bir yer olabilirdi:
Yamaç.
Yamaç ufukta göklere yükselmiş, muhteşem, engin bir manzara oluşturuyor ve her iki yanlarına gözlerinin alabildiğince uzanıyordu. En tepesinde, güneşin altında ışıldayan parlak zırhlarıyla vardiya gezen binlerce asker görünce şaşırdı.
Bulmuştu. Sadece kendisi orayı bulabilmişti.
Adamları yanında aniden durduğunda, komutan onların da şaşkınlıkla ve hayretle, ağızları açık kalmış halde oraya baktıklarını gördü. Adamların hepsi de aynı şeyi düşünüyordu: o an tarihe yazılacaktı. Hepsi kahraman olacak ve İmparatorluk halk öykülerinde nesillerce anlatılacaklardı.
Komutan suratında kocaman bir gülümsemeyle dönüp adamlarına baktı. Askerler artık ona saygıyla bakıyorlardı. Sonra, zertasına binip geri çevirdi ve kum duvarından tekrar geçmeye hazırlandı… İmparatorluk karargâhına varana dek durmayacak ve şahsen Yediler Şövalyeleri’ne bu keşfini anlatacaktı. Günler içinde İmparatorluğun tüm güçlerinin oraya gelebileceğini ve bir m
Milyon askerin orayı talan etmeye hazır olacağını biliyordu. O kum duvarını aşacaklar, Yamaca tırmanacaklar ve o şövalyelerle savaşıp İmparatorluğun sona kalan tek özgür diyarını da ele geçireceklerdi.
“Askerler, vakit geldi,” diye seslendi. “İsimlerinizin sonsuzluğa yazılmasına hazırlanın.”
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Kendrick, Brandt, Atme, Koldo ve Ludvig Büyük Hiçlik’te ilerliyor, çölde sökmek üzere olan şafağın yükselen iki güneşine doğru gidiyordu. Bütün gece olduğu gibi, yürüyerek ilerliyorlardı ve genç Kaden’ı kurtarmaya kararlıydılar. Ciddiyetle yürürken sessiz bir ritim tutturmuşlardı. Hepsinin elleri silahlarındaydı ve Kum Yürüyücüleri’nin yerdeki izlerini takip ediyorlardı. Yüzlerce ayak izi onları bu ıssız toprakların derinliklerine doğru götürüyordu.
Kendrick yol acaba hiç bitecek mi diye merak etti. Kendisini bir daha ayak basmamaya yemin