Gülen Polis. Пер Валё
Читать онлайн книгу.kapıyı açıp, “Girin,” dedi.
İçeri girip oturdular. Gunvald Larsson ikisini de alıcı gözle süzdü.
“Otursaydınız.”
“Oturduk zaten,” dedi Kristiansson anlamsızca.
Kvant sabrı taşarak bir el hareketiyle onu susturdu. Bela kokusu almaya başlamıştı.
Gunvald Larsson bir süre sessizce ayakta durdu. Sonra kendisi de masasına geçti, derin bir iç çekip söze başladı, “Ne kadar zamandır teşkilattasınız?”
“Sekiz sene,” dedi Kvant.
Gunvald Larsson masasından bir sayfa alıp incelemeye koyuldu.
“Okuma biliyor musunuz?” diye sordu.
“Ah evet,” dedi Kristiansson, Kvant onu durduramadan.
“Okuyun o zaman.”
Gunvald Larsson kâğıdı masanın üzerine itti.
“Orada yazanları anladınız mı? Yoksa açıklamam gerekir mi?”
Kristiansson hayır anlamında başını salladı.
“Memnuniyetle açıklarım,” dedi Gunvald Larsson. “Olay mahallinde yapılmış ilk araştırma raporu. Diyor ki; 44 numara ayakkabı giyen iki kişi, kahrolası otobüsün her tarafında yüzlerce ayak izi bırakmış, hem üst hem de alt katında. Sizce bu iki kişi kim olabilir?”
Cevap gelmedi.
“Şöyle açıklasam iyi olacak. Laboratuvardan bir uzmanla daha yeni konuştum. Olay mahallinin sanki bir su aygırı sürüsü saatlerce üstünde tepinmiş gibi göründüğünü söyledi. Bu uzman, sadece iki kişiden meydana gelen bir insan sürüsünün, bu kadar kısa sürede orada bulunabilecek tüm ayak izlerini böyle silebilmesini inanılmaz bulduğunu ifade etti.”
Kvant’ın tepesi atmaya başladı ve masada oturan adama sert sert baktı.
“Şimdi, su aygırları ve diğer hayvanlar genelde silahlı dolaşmaz,” diye devam etti Gunvald Larsson abartı şeker bir sesle. “Gelgelelim, birisi 7.65 mm Walther ile otobüsün içinde bir el ateş etmiş, tam olarak ön merdivenlerden yukarıya. Kurşun tavandan sekmiş ve üst kattaki koltuk döşemelerinden birinin içine gömülü bulunmuş. Sizce bu atışı kim yapmış olabilir?”
“Biz yaptık,” dedi Kristiansson. “Yani ben yaptım.”
“Ha, öyle mi? Neye ateş ediyordun peki?”
Kristiansson hiç mutlu olmayarak ensesini kaşıdı. “Hiçbir şeye,” dedi.
“Bir uyarı atışıydı,” dedi Kvant.
“Kim için?”
“Katilin hâlâ otobüsün içinde olabileceğini ve üst katta saklanabileceğini sandık,” dedi Kristiansson.
“Saklanıyor muydu?”
“Hayır,” dedi Kvant.
“Nereden biliyorsunuz? Bundan sonra ne yaptınız?”
“Yukarı çıkıp şöyle bir baktık,” dedi Kristiansson.
“Orada kimse yoktu,” dedi Kvant.
Gunvald Larsson ikisine de en az yarım dakika boyunca baktı.
Sonra avucunun içini masanın üstüne şap diye vurup kükredi, “Demek ikiniz birden yukarı çıktınız! Nasıl bu kadar aptal olabildiniz?”
“İkimiz de farklı yönden çıkıp baktık,” diye kendilerini savundu Kvant. “Ben arka merdivenden, Kalle de önden çıktı.”
“Orada her kim varsa, kaçamasın diye,” dedi Kristiansson, durumu düzeltmek istercesine.
“Ama Yüce Tanrım, orada kimse yoktu! Tek başarınız, koskoca kahrolası otobüsün içindeki her bir ayak izini mahvetmekti! Dışarıdakiler de cabası! Peki cesetlerin arasında ne diye tepindiniz? İçeriyi olduğundan daha korkunç bir rezalete çevirmek için mi?”
“Hâlâ yaşayan var mı diye anlamak için,” dedi Kristiansson.
Bembeyaz oldu ve yutkundu.
“Sakın gene kusmaya başlama, Kalle,” dedi Kvant, azarlar gibi.
Kapı açıldı ve Martin Beck içeri girdi. Kristiannson anında ayağa kalktı ve Kvant da onu takip etti. Martin Beck onlara baş selamı verip soru sorar gibi Gunvald Larsson’a baktı.
“Sen mi bağırıyorsun böyle? Bu çocuklara zılgıt çekmenin bir faydası yok.”
“Evet var,” diye karşı çıktı Gunvald Larsson. “Yapıcı bir zılgıt.”
“Yapıcı mı?”
“Aynen. Bu iki salak…”
Ansızın susup kelime seçimine çekidüzen verdi.
“Bu iki meslektaşımız elimizdeki tek tanıklar. Şimdi dinleyin bakalım, siz ikiniz! Saat kaçta vardınız olay yerine?”
“On biri on üç geçe,” dedi Kvant. “Kronometremle saati kontrol ettim.”
“Bense tam şu anda oturduğum noktada oturuyordum,” dedi Gunvald Larsson. “Telefonum saat on biri on sekiz geçe çaldı. Eğer geniş bir zaman ayırırsak, yarım dakika boyunca arabadaki telsizle oyalandınız, Polis Merkezi’nin de bana ulaşması on beş saniye sürdü desek, geriye hâlâ dört dakikadan fazla zaman kalır. O zaman içinde ne yapıyordunuz?”
“Şey…” dedi Kvant.
“Zehirlenmiş sıçanlar gibi oradan oraya koşturuyor, kana ve dağılmış beyinlere basıyor, cesetleri oynatıyor ve kim bilir ne halt ediyordunuz. Dört dakika.”
“Bunun neresi yapıcı anlamadım…” diye başladı Martin Beck ama Gunvald Larsson lafını ağzına tıktı.
“Bir dakika. Bu sersemlerin dört dakika harcayıp olay yerinin içine etmeleri gerçeği dışında, oraya on biri on üç geçe varmışlar. Kendiliğinden değil, o otobüsü ilk fark eden adamın haber vermesi sonucu gitmişler. Doğru mu?”
“Evet,” dedi Kvant.
“Köpekli ihtiyar delikanlı,” dedi Kristiansson.
“Aynen öyle. Adını bile öğrenme zahmetine girmedikleri birisinden duymuşlar, eğer bugün buraya gelme nezaketini göstermeseydi, hayatta kimliğini belirleyemeyeceğimiz o birisinden. Bu köpekli adamı ilk ne zaman gördünüz?”
“Şey…” dedi Kvant.
“Otobüsün yanına varmadan iki dakika önce,” dedi Kristiansson botlarına bakarak.
“Aynen. Çünkü adamın ifadesine göre, arabada oturarak ve ona kaba saba bağırarak en az bir dakika kaybetmişsiniz. Köpekler vesaire hakkında zırvalayıp durmuşsunuz. Yanılıyor muyum?”
“Hayır,” diye mırıldandı Kristiansson.
“Bilgiyi aldığınızda dolayısıyla saat on biri on ya da on bir geçiyormuş. Bu adam sizi durdurduğunda otobüse ne kadar yakındınız?”
“Yaklaşık üç yüz metre kadar,” dedi Kvant.
“Bu doğru, bu doğru,” dedi Gunvald Larsson. “Bu adam yetmiş yaşında ve peşinde sürüklemesi gereken hasta bir daksundu olduğundan dolayı…”
“Hasta mı?” diye şaşırdı Kvant.
“Aynen öyle,” diye cevap verdi Gunvald Larsson. “Kör olasıca köpeğin belinde disk kayması varmış ve iki arka ayağı tutmaz gibiymiş.”
“Ne demek istediğini sonunda anlıyorum,” dedi Martin Beck.
“Hı hı. Adamı bugün aynı çevreyi deneme amaçlı koşturdum. Köpeğiyle falan. Üç kere