Siyah İnci. Анна Сьюэлл
Читать онлайн книгу.o ne kadar içerse benim için durum o kadar kötü oluyordu. Bir gün, beni, olabilecek her şekilde kötü çalıştırdı, uzandığımda çok yorgun, üzgün ve sinirliydim ve her şey, o an, çok zor gelmişti. Ertesi sabah, beni almak için erken geldi ve yine sahanın etrafında uzun süre koşturdu. Sonraki sefer elinde eyer, başlık ve yeni bir çeşit gemle beni almaya geldiğinde daha bir saat bile dinlenmemiştim. Nasıl olduğunu tam olarak anlatamayacağım: Onu kızdıracak şeyi yaptığımda bana alıştırma sahasında biniyordu. Kızınca dizginleri savurdu. Yeni gem çok acıtıyordu ve aniden geriye doğru irkildim. Bu, onu, daha da kızdırdı ve beni kamçılamaya başladı. O an, tüm ruhumun ondan nefret ettiğini hissettim, daha önce hiç yapmadığım gibi tekmelemeye, öne, arkaya doğru gitmeye başladım ve resmen kavga ettik. Uzunca bir süre eyere tutundu ve beni kırbaçla ve mahmuzla cezalandırdı ama sinirim tepeme çıkmıştı. Tek düşündüğüm ne pahasına olursa olsun onu yere atmaktı. Sonunda, berbat bir kavgadan sonra, onu arkaya doğru fırlattım. Çime çok kötü düştüğünü duydum ve arkama bile bakmadan arazinin öbür ucuna doğru dörtnala koştum. Orada arkama döndüm ve bana eziyet eden o adamın yavaşça yerden kalktığını ve ahıra gittiğini gördüm. Bir meşe ağacının altında durdum ve izledim ama kimse beni yakalamaya gelmedi. Zaman geçti, hava çok sıcaktı, sinekler etrafımda uçuşuyor ve yan taraflarımda, kamçı yüzünden kanayan yerlere konuyordu. Sabahtan beri bir şey yemediğim için çok açtım ama çayırda bir kaza yetecek kadar bile çim yoktu. Uzanıp dinlenmek istedim ama eyer sıkıca bağlandığı için rahat değildim ve içecek bir damla suyum bile yoktu. Öğlen oldu ve sonra güneş alçaldı. Diğer tayların içeri girdiğini gördüm, iyi bir yemek yiyeceklerini biliyordum.”
“Sonunda, güneş battıktan sonra, yaşlı sahibin elinde bir elekle geldiğini gördüm. Ak saçlı, iyi, yaşlı bir beyefendiydi; sesini bin ses arasından seçerdim: Yüksek ya da alçak değildi; tam anlamıyla yeterli şiddette, sakin ve kibardı. Emir verdiğinde sesi, öyle kararlı ve sakin olurdu ki herkes, atlar ve adamlar, bilirdi ki yaşlı sahip kendisine itaat edilmesini bekliyordu. Sessizce yaklaştı, arada bir elindeki içinde yulaf olan eleği sallıyordu. Benle kibarca ve neşeyle konuşuyordu: ‘Gel kızım, gel kızım, gel, gel!’ Durdum ve yanıma gelmesini bekledim. Yulafı bana tuttu ve korkusuzca yemeye başladım. Sesi, tüm korkumu alıp götürmüştü. Yanımda durdu, yerken beni seviyor ve okşuyordu. Yan tarafımda pıhtılaşmış kanı görünce kızdı ve üzüldü. ‘Zavallı kızım! Çok kötü bir işti, çok kötü!’ Sonra yavaşça dizginleri eline aldı ve beni ahıra götürdü. Samson kapıda duruyordu. Kulaklarımı arkaya yatırdım ve ona doğru horuldadım. Sahip, Samson’a, ‘Çekil.’ dedi. ‘Yolumdan çekil! Bu kısrağı çok kötü çalıştırmışsın!’ Vahşi zalim gibi bir şey söyledi. ‘Tabi ya!’ dedi babası. ‘Kötü huylu bir adam, asla iyi huylu bir atı çalıştıramaz. Daha işin ustası olamadın Samson.’ Sonra beni kulübeme götürdü, eyeri ve başlığı kendi elleriyle çıkardı ve beni bağladı, ardından bir kova sıcak su ve bir sünger istedi. Kabanını çıkardı ve ahırdaki çalışan kovayı tutarken yan taraflarımı süngerle uzun uzun sildi. Öyle güzel sildi ki yaraların ne kadar kötü olduğunu ve çok acıdığını bildiğine emindim. ‘Ooo canım benim!’ dedi. ‘Sakin dur. Rahat dur.’ Sesi bana iyi gelmişti ve silişi de çok rahatlatıcıydı. Derim ağzımın kenarlarında öyle kötü olmuştu ki samanı yiyemedim. Saplar canımı acıttı. Ağzıma iyice yakından baktı, kafasını salladı ve adama içine yemek katılmış iyi bir kepek lapası getirmesini söyledi. Öyle lezzetli bir lapaydı ki!.. Ağzım için de yumuşacık ve iyileştirici gelmişti. Ben yemek yerken hep yanımda bekledi, beni sevdi, bir yandan da adamla konuşuyordu. ‘Böyle canlı ve atak bir hayvan…’ dedi. ‘İyi davranışla eğitilemezse asla hiçbir iş için iyi bir at olamaz.’ Sonrasında beni sık sık ziyarete geldi ve ağzım iyileştiğinde diğer eğitmen Job, beni eğitmeye devam etti. Adam ciddi ve düşünceliydi ve çok geçmeden ne anlatmak istediyse hepsini öğrenmiştim.”
Zencefil’in Öyküsü Devam Ediyor
Bir gün, yine Zencefil’le beraber çayırdayken bana, ilk evini anlattı.
“Eğitimimden sonra…” dedi. “Bir satıcı, kestane rengi bir atla birlikte arabaya sürmek için beni satın aldı. Birkaç hafta, adam, o atla beni birlikte sürdü sonra kibar bir beyefendiye satıldık ve Londra’ya gönderildik. Satıcı bana taşıma dizgini takmıştı ve bana öyle binmişti. Bundan nefret etmiştim ama bu yerde çok daha sıkı dizginlendik. Arabacı ve sahibi, bu şekilde modaya daha çok uyduğumuzu düşünüyorlardı. Daha çok Park’ta ve diğer son moda yerlerde gezerdik. Senin gibi taşıma dizgini takmamış olan bir at bunun ne demek olduğunu bilemez, ama berbat bir şey olduğunu söyleyebilirim.
Başımı bir yandan öbür yana sallamayı ve diğer atlar gibi yukarı kaldırmayı severim ama şimdi bir düşün ki başını yukarı kaldırmak ve o şekilde saatlerce durmak zorunda olsan, boynunu birden geri çekme dışında hiç oynatamasan boynun artık katlanamayacak kadar ağrısa… Bunun yanı sıra, bir değil iki gemle durduğunu hayal et; benimkiler aynı zamanda keskindi. Ben, gemlere ve dizginlere kızarken ve onlar yüzünden acı çekerken gemler, dilimi ve çenemi ağrıttı ve dilimdeki kan, ağzımdan akıp duran salyayı boyadı. En kötüsü, hanımımızı, bir parti ya da eğlencedeyken saatlerce beklemek zorunda kalmaktı. Eğer sabırsızlıktan kızar ve ayağımı yere vurmaya başlarsam da kırbaç hazırdı. Bu, bir atı delirtmek için yeter de artardı.”
“Sahibiniz sizi hiç düşünmez miydi?” diye sordum.
“Hayır.” dedi. “O sadece modaya uygun giyinmekle ilgiliydi. Bence atlar hakkında bilgi sahibi değildi. Bu işi, arabacıya bırakmıştı. Arabacı da sahibimize kötü huylu olduğumu, dizgin takmak için eğitilmediğimi ama eninde sonunda alışmak zorunda olduğumu söylemişti. Ancak bu işi yapacak gibi bir adam değildi çünkü ben, ahırda üzgün ve kızgınken kibarlıkla sakinleştirilip sessizleştirileceğime, öfkeli bir söz ya da bağırışla karşılaşmıştım. Eğer insancıl bir adam olsaydı katlanmaya çalışırdım. Çalışmaya istekliydim ve çok çalışmaya hazırdım da ama sadece zevkleri için işkence görmek beni kızdırdı. Bana eziyet etmeye ne hakları vardı? Ağzımdaki ve boynumdaki acının yanında boğazım da çok acırdı. Eğer orada uzun süre kalırsam nefes alıp vermek de zorlaşırdı. Ancak gittikçe huzursuz ve sinirli oldum. Buna engel olamıyordum ve beni kim koşuma bağlamaya çalışırsa çalışsın harekete geçiyor ve çifte atıyordum. Bir gün, bizi, arabaya bağladıkları ve başıma dizgin takmaya çalıştıklarında bunları tüm kuvvetimle savurdum ve tekmeledim. Çok geçmeden bir sürü koşum kırdım. Bu da bu evin sonuydu.
Bundan sonra Tattersall’a satılmak için gönderildim. Tabii ki günahlarımdan sıyrılamadım; orası gerçek. Yakışıklı görünüşüm ve iyi adımlarım, bir beyefendiyi, beni satın almaya teşvik etti ve böylece, başka bir satıcı tarafından alındım. Beni, her şekilde ve farklı gemlerle denedi ve eninde sonunda neye katlanamadığımı anladı. Sonunda, beni, o dizginlerle sürmeyi bıraktı ve kasabadaki bir beyefendiye gayet sessiz bir at olarak sattı. İyi bir sahipti ve onunla iyi geçinmeye başlamıştım ama eski seyisi ayrıldı ve yerine yeni birisi geldi. Bu adam da Samson gibi kötü huylu ve kabaydı. Her zaman kaba ve sabırsız bir sesle konuşurdu ve eğer odada, onun istediği zaman hareket etmezsem ahır süpürgesiyle ya da yabayla -hangisi elindeyse-dizlerimin üzerine vururdu. Yaptığı her şey kabaydı ve ondan nefret etmeye başlamıştım. Beni, kendisinden korkutmayı istemişti ama bunun için çok ataktım. Bir gün beni her zamankinden daha fazla kızdırdığında onu ısırdım ve tabii ki bu onu iyice kızdırdı ve kafama kırbaçla vurmaya başladı. Sonrasında benim odama gelmeye hiç cesaret edemedi. Ne topuklarım ne de dişlerim onun emrine amade olacaktı ve o bunu biliyordu. Ustamın yanında ise sessiz sakindim ama tabii ki adamın dediklerini dinlemişti ve yine satıldım.
Aynı