Ali Akbaş Armağanı. Анонимный автор

Читать онлайн книгу.

Ali Akbaş Armağanı - Анонимный автор


Скачать книгу
mümkün mü? Gelecekten ümitli, heyecanlı gençliğimiz sizin samimi, fedakâr, olgun tavırlarınızla bir başka mana kazanıyordu. Akşamları evinize kadar yürüyüşler, saygıdeğer teyzemizin hangi saatte gidersek gidelim bir ana şefkati ile hazırladığı sofra, sıcacık süt…

      Bozkırlı Ozan duruşuyla kopuzu seslendirmeye çalışmanız… Hepsi hepsi hafızamda bütün tazeliğiyle yaşıyor. Sonra ayrılık işte… Biz içeride… Siz dışarıda… Anlıyor ve inanıyorum ki sizlerin çektikleriniz bizimki ile kıyas kabul etmeyecek kadar büyük, muhteşem, mukaddes… Boşuna mı diyor şair;

      “…Gördüm ki ateşte, cımbızda yokmuş.

      Fikir çilesinden büyük işkence…”

      Duyan, düşünen, hisseden insanın ruhunda kopan fırtınaları hissetmemek mümkün mü ağabey?

      Can Ağabey,

      Bu tabirimi hoş görünüz. Gönlümden öyle geldi. Allah rızası için seven insanlar birbirlerine gönüllerinden geldiğince hitap etmeli değil mi?

      “Doğuş” çok güzel ağabey, çok güzel… Emeği geçenlerden, sizlerden, Alper Bey’den Allah razı olsun.

      İnanır mısınız Doğuş’u burada herkes yıllardır beklenen bir sevgiliye duyulan hasretle bekliyor. Tel örgülerin arkasından yıllardır görmediğiniz bir sevdiğinizin zor seçilen simasını gördüğünüz anda içinizi kaplayan bir sevinç olur, bilir misiniz? Nefesiniz tıkanır, konuşamazsınız. Sanki konuşursanız bitmesini istemediğiniz zaman bitecek, gelmesini istemediğiniz an gelecektir.

      Bu bir dosttur, ağabeydir, arkadaştır. Sohbetine hasret kaldığınız hocanızdır, öğretmeninizdir. Bir simidi paylaştığımız, sevinç ve gözyaşlarını paylaştığımız can arkadaşınızdır veya diyelim ki yıllar önce gencecik körpe bir dimağ iken tanıştığınız gönlünüzdeki aşkı, imanı, heyecanı yüreğine sabırla işlediğiniz hayallerinizin bir Alperenidir. Ve hakikaten emeklerinizi ve ümitlerinizi boşa çıkarmamıştır. Veya gözü yaşlı anadır, sabır ve tevekkül abidesi babadır. İşte bunlara kavuşur gibiyiz “Doğuş”a kavuştukça…

      Dışarıdayken kitapçı vitrinlerinde, bayilerde sergilenen rengârenk dergiler, gazeteler arasında mazrufuda zarfı da güzel ve bizi anlatan, iyiyi, doğruyu, güzeli, anlatan, her şeyi ile bizden olan, temsil ettiği fikrin ihtişamına layık bir estetiğe de sahip -bizim olan- dergilerimizi arar, hayal ederdik. O hayallerin bugün hakikat olması daha nice ümitlerin yeşereceğinin de kutlu müjdeleri olması bakımından bir başka hayırlı işarettir.

      Şekildeki güzelliğini ifadeden şahsen aciz olduğum gibi muhtevası hakkında fikir beyan etmek de çapımızın üstündeki bir mesele. Mazinin derinliklerinden beslenen asırlık çınarlar misali Türk tefekkürünün heybetli fikir adamları ile asırlık çınar olmaya namzet fidanların Doğuş’un sanat-edebiyat iman vadisi diyebileceğimiz sahifelerinde yan yana gelmesi her dem yeniden doğuşumuzun güzel bir örneğini teşkil etmektedir. İnanıyor ve temenni ediyorum ki “Doğuş” yeni kutlu doğuşların müjdesi olsun.

      Aziz ağabeyim, Son iki aydır dönüp dönüp Doğuş’un arka sayfasındaki şiirinizi okuyorum. Yüreğimizi sıcacık duygularla birlikte hüzün kuşatıyor.

      “Şarıl şarıl çimdiğim çay

      Çiğdem topladığım tarla

      Artık rüyama girmeyin,

      Etmeyin, etmeyin böyle.”

      Mısraları, her şeyi birbirinden güzel gördüğümüz yıllara götürüyor bizi. Bizim çocukluğumuz öyleydi işte. Ne konuşan bebekler, ne oyuncak trenler, ne çarpışan otolar, ne lunaparklar… Hiçbiri yoktu. Ama daha güzelleri vardı. Sunilikten uzak tabii. Oyuncaklarımız çamurdandı. Kendimiz yapardık. Sapan lastiğimizin çatalını kemik saplı çakımızla kendimiz yontar, yaylalarda ardıç ağaçlarından yapılmış tahterevallide kanatlanırdık. Oyukların içinden cardınları tutar, sonra karpuz kabuğunu iple bağlardık. Onlar bizim arabalarımızdı. Yaz gecelerinin “millehara”ları kızgın taşları Ay dedemin tebessümle seyrettiği oyunlarımızdı.

      O zaman yeşil çayırlarda körpe yayarken oynadığımız oyunlar ise bir başka güzellikteydi. Topladığımız çiğdemlerden taçlar örerdik. Nevruzların güzelliğini şimdi hangi ruhta bulmak mümkün? O menekşe ve mavi sümbülleri ise ilk fırsatta öğretmenimize sunacağımız için heyecanlanırdık. Her şey tabii idi. Samimi idi. Topraktan gelmişti. Safiyane idi.

      “Beni unutmayın sakın

      Seven demez uzak yakın

      Yitirdim köyün yolunu

      Yamaçlara ateş yakın.”

      Artık o bir kaptan yemek yemenin doyumsuz lezzetini, baba ocağının sıcaklığını hiçbir şeyde bulabilmek mümkün değil. Artık taş duvarların gerisinde bizi kaloriferler değil, sadece dostların sıcak alakası kutlu çerağı taşıyan “Doğuş”ların kıvılcımlarını gönülden gönülde taşıyan sıcaklığı ile ısınıyorum.

      Doğuşlar: Bir gün döneceğimiz köyümüzü bulabilmemiz için yamaçlara yakılan ateştir bizim için. Doğru ağabey,

      “Hiç sormayın nerde kaldım,

      Her yıl bir diyarda kaldım,

      Bir ifrit ağına düştüm

      Bir kuş gibi darda kaldım…”

      Gönülleri birleşenlerin duyguları da, hüzünleri de, ümitleri de müşterek oluyor; bunu mısralarınızı tekrar tekrar okudukça daha iyi anlıyorum. Müşterek sevinçlerimiz mi? Onu da konuşacağız ağabey. Ne demiştiniz “Doğuş”un ilk çıkışında “Söğüt ve Serçe” başlıklı yazınızda: “…Gün olur serçe bir kartal olur, söğütler bir ulu çınar. Allah kerim.”

      En kalbi duygularımla şahsınıza, dostlarımıza hürmet ve selamlar ediyorum. Yanılmıyorsam dokuz-on yaşına gelen Taşer büyüğümüze de sevgi ve selamlarımı iletir misiniz ağabey?

      Allah’a emanet olunuz.

Kardeşiniz Efendi BarutçuÖzel Tip Cezaevi A-2Bartın

      Ali Ağabeyimden Mektup;

6.IV.1983ANKARA

      Küçük Şehzadem

      Efendim,

      Sevimli mektubunda unutulmaktan söz ediyorsun. Ama bir kere seni tanıyıp da unutmak ne mümkün kardeş. Yalnız ben değil yengen bile hatırlıyor misafirliğinizi. Araya giren mesafe ve zaman sevenleri gönül ehlini etkiler mi hiç. Demek on yıl geçmiş Söğütlüdeki sohbetin üstünden. Öyle ya, yeğenin küçük Taşer on yaşına basmış. Ama daha dün gibi geliyor bana. Güldükçe beliren göz kapakların, al al yüzün ve gamzenle canlanıyorsun gözümde. Biz öz kardeş muhabbeti ile anarız seni hep. İnşallah yirmi sekiz ay sonra yiğitliği, sabrı ve çilesiyle bir olgun simayı kucaklayacağız. ”Dut-Biber” çekişmesine kaldığımız yerden devam edeceğiz. Afşin’e gidip biber, Elbistan’a gidip dut yiyeceğiz.

      Neylersin; felek, şeleğini atmak için güçlü omuzlar seçiyor. Nadan değil ehli okusun diye olmalı, her satırı bir düz çizgiyi andıran mektubunu hasretle muhabbetle tekrar tekrar okuduk. Yengen, ben ve Aslan (Biliyorsun biz evde Hamza’ya aslan deriz.) daldık gittik hatıralara. Yani o gece aramızdaydın. Mektubunu okudukça zihnimdeki çocukluk hatıraları, köy duyumları tekrar canlandı; sana olan özlem arttı. Ne samimi üslup o.

      Naçizane karalamalarımdan dolayı iltifat ediyorsun. Teşekkür ederim. Ama hiç


Скачать книгу