Selahaddin - İslam’ın Birleştirici Gücü Kudretli Sultan. Stanley Lane-Poole
Читать онлайн книгу.ALINMASI
(St. Denys’te bir vitraydan alıntı, 12. yy)
Urfa (Edessa) Kontluğu’nun batı ve güneyinde, Kilikya bölgesindeki Tarsus ve Adana’nın da bir zamanlar sınırları içinde yer aldığı Antakya Prensliği yer alıyordu ancak çoğunlukla kıyıda Ceyhan Nehri’nden biraz kuzeydeki Markap’a, karada başlıca iktaları arasında Atharib (Cerep), Maaret, Nehavend ve Lazkiye (Ladikiya) Limanı’nın bulunduğu Müslüman şehirleri Halep ve Hama’ya kadar uzanıyordu. Antakya’nın yine güneyinde, Lübnan ve Akdeniz arasında, Markab, Tartus, Karak, Trablusşam ve Cubeyl’i içine alan Trablusşam Kontluğu ince bir şerit hâlinde uzanıyordu. Tüm bu devletlerin idaresi, kendi toprakları Sayda’nın ilerisinde Beyrut’tan, Sur, Akka, Kaysariye, Arsuf, Yafa’ya, Mısır sınırında Aşkelon Kalesi’ne, doğuda Ürdün Vadisi’ne ve Ölüdeniz’e kadar yayılan Kudüs kralına aitti. Başlıca bölgeleri arasında Yafa ve Aşkelon Kontluğu [Yavne (İbelin), Tel-es Safi ve Mirabel (Migdat Afek) kaleleriyle Gazze, Lut ve Ramallah kasabaları dâhil], Karak (Crac des Chevalliers) ve Şobak lordlukları ve bunların yanı sıra Şam’dan Mısır’a giden kervan yolunu kesen Ölüdeniz’in ileri kesimlerindeki iki uç hisar; Tiberiye, Safed, Kaukab (Belvoir) ve oldukça iyi korunan diğer yerlerle Celile Prensliği; Sayda Lordluğu ve Tibnin (Toron), Beysan (Beth-Şan), Nablus vb.33 gibi ufak çaplı iktalar yer alıyordu.
Haritaya bir göz atılırsa Hristiyanların sahibi olduğu bu toprakların büyük kısmının, Frenklerin akınlarına karşılık olarak sık sık misilleme baskınları yapılmasının beklendiği bir Müslüman şehrinden veya karargâh edinilmiş bir kaleden bir veya en fazla iki günlük yürüyüş mesafesi uzaklıkta olduğu görülür.
Selahaddin’in kendinden yaşça büyük çağdaşı Arap Üsame’nin hayat hikâyesinden, devamlı bir gerilla çarpışmasıyla dostane ve sükût içerisinde geçen süreçlerin birbirini izlediği bir dönemin yaşandığı anlaşılıyor. Birinci Haçlı Seferi’nin ilk yerleşimcilerinin genel eğilimi Müslüman komşularıyla şüphesiz barışçıl ilişkiler kurmaktı. Hristiyanlara ait bölgelerde toprağı işletenlerin çoğunluğu tabii ki Müslümanlardı ve onlarla sürekli ilişki içinde olmak ve yakın sosyal ve ailevi bağlar kurmak, aradaki farklılıkları törpüleyerek ortak ilgileri ve ortak erdemleri belirgin hâle getirdi. Günümüzde Doğu’da yaşayan Avrupalı bir ailenin üçüncü nesle az çok Doğululaşmadan geçmesi imkânsız gibidir. Bu topraklara ilk gelen haçlılar, Suriye’de otuz yıl yaşadıktan sonra karakter ve alışkanlıklar açısından kısmen fethettikleri, aralarında yaşadıkları ve kadınlarıyla evlenmekten kaçınmadıkları bu insanlar arasında asimile olarak Levantenlere dönüştüler; “pullani” veya “kırma” adını aldılar. Müslümanlar ise evlilik konusunda biraz daha katıydı; “çok tanrılı” teslisçiler ile yapılacak evlilikleri güçlükle onaylıyorlardı fakat onlar için çalışmaya ve onların paralarını almaya oldukça hevesliydiler; ayrıca pek çok Müslüman yönetici Müslüman komşularına karşı bile olsa, Frenklerle ittifak kurmayı uygun buluyordu.
Rakip ırklar arasındaki bu ilginç yaklaşımın Şizar prensi doksanlık Üsame’nin büyüleyici hatıratında açıkça takdirle karşılandığını görüyoruz. Tarihî bir tanık olarak Üsame yaşadığı dönem konusunda şanslıydı.
Üsame, zapt edilen Antakya’nın Frenklere bir “dayanak noktası” oluşturarak Kudüs’ün fethine doğru ilerlemelerine imkân vermesinden üç yıl önce, 1095’te doğup 1188’de kutsal şehrin Selahaddin tarafından yeniden ele geçirilmesinden çok kısa bir süre sonra öldü. Haçlı girişiminin neredeyse tüm akışına, med ve cezrine tanıklık etti. Doksan üç yıllık uzun ömrüne Kudüs’teki Latin hâkimiyetinin tamamını sığdırmış, yalnızca Aslan Yürekli Richard’ın haçlı seferini kıl payı kaçırmıştı. Ailesi Beni Munkid, yıkıntıları hâlen Asi Nehri’nin üst kısımlarında duran kayalık Şizar Kalesi’nin vârisleriydi. Ensariye Dağları’nın dik uçurumunun kalkan görevi gördüğü; önce nehirden sonra kayalığa oyulmuş bir tünelden geçen, arkasından tahta bir köprüyle karşıya geçilebilen derin bir yarı aşarak devam eden patikayla ancak ulaşılan kale, güçlü olduğu kadar Antakya ve Trablusşam gibi haçlı merkezleri arasında yer alan Hristiyan garnizonlarına komşuydu ve bu konumu da burcundaki mazgalların altından sürekli olarak geçen akıncılarla riskli temaslar kurmasına neden oluyordu.
Şizar, Ortodoksluğu diplomasiyle idare etmeyi en güvenli politika olarak seçen Müslümanlarla Hristiyanlar arasındaki o sınır devletlerinden biriydi. On ikinci yüzyıl boyunca hiç fasılasız devam eden bu çekişmeyi gözlemlemek için bundan daha iyi bir seyir noktası seçilemez ve bu yarışmayı “kaptan köşkü” Şizar’dan gözlemleyen bu Arap şeyhinden daha yetkin veya uygun bir tanık bulunamazdı. Savaşa katılan tüm önemli liderleri tanıyordu ve sıklıkla da bu çarpışmada yer aldı. İlk savaşı, Zengi’nin gelişinden önce, Hristiyan saflarına dehşet saçmak için diğer herkesten daha çok çaba harcayan şu gaddar Türkmen İlgazi komutasında gerçekleşti. Üsame, Zengi’ye bizzat hizmet etmiş, Eyüb’ün tam zamanında gelen kurtarıcı hamlesinin Selahaddin’in ailesinin kaderini belirlediği Dicle üzerinden Tikrit’e yapılan meşhur harekete bilfiil katılmıştı. Şizar’a saldırı düzenlediği sırada Tancred’i birkaç kez görmüş ve bu haçlının kalenin kumandanından hediye olarak aldığı güzel atı hatırlamıştı. Bourg Kralı Baldwin 1124 yılında birkaç ay boyunca kalede esir tutulmuş, serbest bırakıldığı an ev sahibinin nezaketine, “daha Frenkçe” tüm taahhütleri bozarak karşılık vermişti. Courtenay’li Joscelin, Asi Nehri üzerinden sürekli olarak geçen alayların içinde yer alan silahlı seferlerin bir diğer tanınmış figürüydü. Otobiyografi yazarı, İmparator John Comnenus’un bile kendi kartal yuvasını “züppelikle” abluka altına aldığını gördü. Üsame daha sonra Akka’da Kral Fulk’ı ziyaret ederek hiçbir “ortak dil” bilmediği için bir çevirmen yardımıyla kendisi de Arap olduğu hâlde kendisini bir şövalye olarak nitelendirebileceğini şu sözlerle anlattı: “Irkım ve ailemin üslubuyla şövalye diyebilirim, zira bir şövalyede hayranlık duyduğumuz şey onun lagar ve boylu olmasıdır.” Üsame’nin tanışıklık kurduğu kişiler Şizar’da veya Frenk topraklarına yaptığı kısa yolculuklarda tesadüfen karşılaştığı birkaç yüksek şahsiyetle sınırlı değildi. Uzun yıllar Şam’da yaşamış; Nureddin’in sarayında onun adına Mısır’la diplomatik görüşmeler yürütmüş; Kahire’de bir süreliğine Fâtımî halifesinin misafiri olmuştu. Ayrıca Kom Aşfin yakınlarında iki yüz büyük baş hayvan ve bin tane koyun yetiştirdiği, zengin hububat ve meyve hasatları kaldırdığı bir iktada çiftçilik yapmış ve son zamanlarında şiirini ve doğaçlama anlatımlarını zevkle dinleyen Selahaddin’le yakın ilişki kurmuştu.
NORMANDİYALI ROBERT BİR SARAZENİ ATTAN DÜŞÜRÜYOR
(St. Denys’te bir vitraydan alıntı, 12. yy)
Üsame, yerleşik hayata geçmiş haçlılar ve onların oryantal yaşama alışıp Müslüman komşularıyla arkadaşlık ilişkileri kuran aileleri ile Filistin’de bu iki inanç arasında oluşan hoşgörüyü yıpratan patavatsız bir coşku ve yağma hırsıyla dolu yeni gelen bir grup bağnaz hacı ve düşkün maceracıyı birbirinden keskin bir çizgiyle ayırıyor. “Aramıza gelip yerleşen ve Müslüman toplumunu geliştiren Frenkler onlara yeni katılanlardan çok daha üstündür.” diyor. “Yeni gelenler Müslümanlara aşina olan diğer yerleşimcilerden değişmez biçimde daha insaniyetsizler.” Yerleşik hayata geçmiş haçlılar ve komşu Müslümanlar arasında kişisel dostluk oldukça sık görülmekteydi ve bir Müslüman’ın bir Hristiyan şövalyesinin konukseverliğinden keyif alması da garipsenecek bir durum değildi. Bizzat
33
Archer and Kingsford, Crusades, ch. vii.