Mister Pickwick'in Maceraları II. Cilt. Чарльз Диккенс
Читать онлайн книгу.Pickwick öyle olmadığı konusunda itiraz etmekte bir fayda görmediğinden, hemen ardındaki Mr. Tupman, Mr. Winkle ve Mr. Snodgrass’la birlikte aşağı indi. Alkol ve üzüntü nedeniyle keyfi fena hâlde kaçmış olan Mr. Ben Allen onları Londra Köprüsü’ne kadar takip etti ve sanki bu sırrı paylaşacak en uygun insan Mr. Winkle’mış gibi, Mr. Bob Sawyer dışında, kız kardeşi Arabella’nın gönlünü fethetmeye çalışacak bütün beyefendilerin gırtlağını kesmeye kararlı olduğunu söyledi. Abilere has bu acı verici görevi yerine getirmeye yönelik arzusunu ifade ettikten sonra gözyaşlarına boğuldu, şapkasıyla gözlerini kapayıp elinden geldiğince gerisin geriye yürüyerek Borough Market bürosunun ofisinin kapısını, orada yaşadığına ve anahtarını unuttuğuna dair kesin bir inançla defalarca çaldıktan sonra, gün ağırana kadar her bir basamakta sırayla uyukladı.
Bütün ziyaretçiler Mrs. Raddle’ın müthiş ısrarına uyumlu biçimde gittiklerinden, yalnız kalmış olan Mr. Bob Sawyer; bir sonraki günün muhtemel olayları ve akşamın keyifli anları üzerine kafa yormaya koyuldu.
Otuz Üçüncü Bölüm
Büyük Mr. Weller’ın Yazın Sanatına Yönelik Kimi Eleştirel Yaklaşımları ve Oğlu Samuel’in Yardımıyla Kırmızı Burunlu Muhterem Beyefendiden Alacakları İntikamın Başka Bir Kısmının Anlatıldığı Bölüm
Tümüyle gerçeklere dayanan bu anlatının okurlarının aşina olacağı üzere, Mrs. Bardell’ın davasının görüleceği günden bir önceki gün olan 13 Şubat sabahı, saat dokuzla öğleden sonra iki arasında George and Vulture’dan Mr. Perker’ın ofisi arasında mekik dokuyan Mr. Samuel Weller için koşuşturmacalı bir zamandı. Artık yapılacak bir şey olduğundan değildi tüm bu koşuşturma çünkü görüşmeler gerçekleşmiş, izlenilecek yol konusunda sonunda bir karara varılmıştı ama Mr. Pickwick çok heyecanlı olduğundan, avukatına üstünde yalnızca “Sevgili Perker. Her şey yolunda mı?” yazan ve avukatının da değişmez biçimde “Sevgili Pickwick. Olabildiğince iyi gidiyor.” yanıtını verdiği notlar gönderip duruyordu ve işin aslı, az önce bizim de açıklıkla ifade ettiğimiz üzere, yarınki mahkeme oturumuna kadar iyi de kötü de olsa yapılacak bir şey yoktu.
Ancak kendi istekleriyle ya da zorla hayatlarında ilk kez kanunlarla karşı karşıya kalmış insanların geçici süreli rahatsızlık ve endişeden muzdarip olmaları anlaşılabilir. Sam de bu yüzden insan doğasının zaaflarının farkında olarak efendisinin bütün ısrarlı isteklerine, kişiliğinin en dikkat çekici ve sevilesi özellikleri olan soğukkanlı bir iyi niyet ve değişmez ılımlılıkla karşılık veriyordu.
Sam kendini çok makul bir akşam yemeğiyle avutmuş ve barda, Mr. Pickwick’in sabahki yürüyüşlerini unutturmak için ısmarlamasını söylediği sıcak içkisini bekliyordu ki yaklaşık bir metre boylarında, tüylü şapkalı, kadife önlüklü ve kıyafeti zamanla bir seyis pozisyonuna yükselmek istediğini açıkça belli eden küçük bir çocuk; George and Vulture’dan içeri girdi ve sanki görüşmesi gereken birini arıyormuş gibi önce merdivenlerden yukarı, sonra koridordan öteye ve en sonunda da bara baktı. Tam bu sırada bardaki kadın bu görüşmenin çay ya da yemek kaşığıyla ilgili olabileceğine dair bir izlenime kapılarak oğlanın önünde durup:
“Söyle hele genç adam, ne istiyorsun?”
“Burada Sam adından biri var mı?” diye sordu genç, yüksek ancak çirkin bir sesle.
“Diğer adı ne ola?” dedi Sam etrafına bakarak.
“Ben nereden bileyim?” diye lafı yapıştırdı genç beyefendi, tüylü şapkasının altından bakarak.
“Sen akıllı adama benziyorsun çocuk.” dedi Mr. Weller. “Ama senin yerinde olsam bilmiş konuşmazdım çünkü neme lazım yanlış anlayan falan olur. Şimdi de bakalım, barbar gibi otele girip ‘Burada Sam diye biri var mı?’ diye sormak da neyin nesi?”
“Çünkü bunu benden yaşlı bir beyefendi istedi.” diye yanıtladı oğlan.
“Ne yaşlı beyefendisinden bahsediyorsun sen?” diye sordu Sam müthiş bir küçümsemeyle.
“İşte Ipswich faytonunu kullanan var ya, o gelir bizim dükkânda dinlenir.” diye cevapladı çocuk vakit kaybetmeden. “Dün sabah benden, bu öğleden sonra George and Wulture’a gidip Sam’i soruşturmamı istedi.”
“Aman be, o benim babam olur.” dedi Mr. Weller, anlamış bir ifadeye bardaki kadına dönerek. “Benim öbür adımı biliyorsa ben de hiçbir şey bilmiyorum. Hadi bakalım genç soğan cücüğü, başka ne dedi, de bakalım.”
“Tamam dur.” dedi oğlan. “Şimdi sen saat altıda bizim dükkâna gelecekmişsin çünkü seninle konuşacağı varmış. Gelecek mi diyeyim?”
“Aynen öyle de efendi.” diye yanıtladı Sam. Böylelikle havalara girmiş olan genç beyefendi oradan uzaklaştı ve uzaklaşırken de inanılmaz derecede gür ve zengin bir sesle icra edilmiş yalın ve aslına epey yakın şoför ıslığı taklitleriyle otel avlusunu yankılandırmayı ihmal etmedi.
Mr. Weller, zaten o anda kendi heyecan ve endişelerinin içinde kaybolmuş olan ve yalnız kalmaktan hiç de şikâyetçi olmayan Mr. Pickwick’ten izin aldıktan sonra sözleşilen saatten evvel buluşma yerine varmak üzere yola koyuldu. Çok zamanı olduğu için Mansion House’a kadar gitti ve orada durup felsefi ve düşünsel bir ifadeyle o ünlü dinlence yerinin etrafına toplanmış kısa yol faytonlarıyla arabaları ve bunun bu çevrelerdeki yaşlı kadın nüfusu üzerinde yarattığı dehşet ve şaşkınlığı seyretmeye koyuldu. Orada yarım saat kadar zaman öldürdükten sonra gerisin geriye çeşitli ara yol ve sokaklardan geçerek Leadenhall Pazarı’na yürüdü. Boş zamanını bir şekilde öldürülüp bir yandan da gözünün önündeki her bir nesneyi uzun uzun seyreden Mr. Weller’ın ufak bir kırtasiye ve basım dükkânının önünde durması şaşırtıcı olmasa da gerekli açıklama yapılmadığı takdirde orada satışa çıkarılmış kimi resimlere bakarken bir anda irkilmesi, sağ ayağını müthiş bir heyecanla yere vurması ve büyük bir coşkuyla: “Bunu görmemiş olsam unutacaktım ve her şey için çok geç olacaktı!” demesi şaşırtıcı kaçacaktır.
Bunu söylediği sırada Mr. Weller’ın gözlerini dikmiş olduğu resim, bir okla bir arada tutulan ve harlı bir ateşte pişirilmekte olan bir çift insan kalbinin ve arka plandaki yılan gibi kıvrılan bir patikadan gözlerindeki açlık ışığıyla oraya yaklaşmakta olan mavi ceket ve beyaz pantolonlu bir adam ve kırmızı renk bir mont ve aynı renk bir şemsiyeden oluşan modern giyimli kadın ve erkek yamyamın çok renkli temsiliydi. Belli ki terbiye görmemiş zira üstünde bir çift kanat dışında hiçbir şey olmayan genç bir beyefendi, yemeğin pişmesini denetliyor gibi tasvir edilmişti. Uzakta Londra, Langham Palace’taki kilisenin tepesi görünüyordu ve bunların tümü bir kalbin içine çizilmişti. Penceredeki yazılı bildirinin de belirttiği üzere, bu ve daha pek çok çeşide bir şilin altı peni gibi uygun bir fiyata ulaşmak için yurttaşların içeri girmeleri yeterliydi.
“Az daha unutacaktım ya, gerçekten az daha unutacaktım!” dedi Sam; bunu söylediği gibi kırtasiyeden içeri girip en güzel yaldızlı kenarlı kâğıtla, mürekkep sıçratmayacağı garanti edilen sert uçlu bir kalem rica etti. Bu ürünler anında önüne getirilince az önceki oyalanan yürüyüşünden çok farklı olarak hızlı adımlarla Leadenhall Pazarı’na gitti. Etrafına bakınca ressamın sanatının belli belirsiz mavi bir file benzeyen ve hortum yerine kartal gagası olan bir tabloyla ifşa edildiği tabelayı gözüne kestirdi. Burasının Mavi Domuz olduğunu düşündü ve bu düşüncesinde haksız da olmadığından gidip babasını istedi.
“Kırk beş dakika, bir saat kadar daha gelmez o.” dedi Mavi Domuz’un ev işleriyle ilgilenen genç kadın.
“Peki,