Robinson Crusoe. Даниэль Дефо
Читать онлайн книгу.daha yok mu der gibi bana bakmaya başladı, belli ki yediği şeyi beğenmişti. Bu duruma gerçekten memnun olmuştum ama daha fazlasını verme olanağım yoktu, böylece yaratık bir süre bekleyip, sonrasında çekip gitti.
Kıymetli eşyalarımı ikinci salımla birlikte karaya çıkardıktan sonra, çok ağır olmalarından dolayı önce barut fıçılarını açtım ve onları parça parça güvenli bir konuma taşıdım, özel olarak kesmiş olduğum direkleri toprağa sabitleyip, yelken bezini kullanarak kendime küçük bir çadır kurdum ve sonrasında da yağmur ya da güneşten bozulabileceğini düşündüğüm bütün eşyaları bu çadıra yerleştirdim. Bütün bu işlemlerden sonra, boşalan tüm sandıkları ve fıçıları etrafta dolaşabilecek insanlara ya da hayvanların ani girişimlerine karşı korumak için çadırın etrafına daire şeklinde yığdım.
Bunu yaptıktan sonra, çadırın giriş kısmını içerden bazı tahtalarla kapattım ve dışına da sıkıca kapalı durması için boş bir sandığı dayadım. Yataklardan birini yere yayarak iki tabancamı başucuma ve tüfeklerimden birini de hemen yanıma koydum, bir gün öncesinde gemiden eşyaları getirmek için büyük çaba sarf ettiğim ve gece de çok az uyuduğum için o kadar yorgundum ki ilk iş olarak doğrudan yatağa girdim ve bütün gece boyunca deliksiz bir uyku çektim.
Tek başına ıssız bir adaya düşmüş bir adam için, gerçekten her türlü eşyayla dolu büyük bir ambarım vardı şimdi ama durumumdan yine de memnun değildim, gemi hâlâ bulunduğu konumda ayakta durduğu sürece, kendimi içinde ne var ne yoksa karaya çıkarmak zorundaymışım gibi hissediyordum. Bu yüzden de her gün suların çekilmesini bekleyerek, düzenli olarak gemiden başka eşyaları kıyıya taşıyordum; özellikle üçüncü sefer gidişimde, yelkenleri tamir edebilmek için bulabildiğim bütün küçük halatları, ipleri, sicimleri, ıslak barut fıçısını toplayarak, gemiden bulabildiğim bütün yelken bezlerini de alarak kıyıya çıkardım. Kısacası bulabildiğim bütün kumaşları topladım; sadece onların hepsini parça parça keserek taşımak zorunda kaldım, çünkü hiçbirini yelken yapımında kullanmayacaktım.
Ama beni en çok sevindiren şey, her şeyden önce bunun gibi beş altı sefer daha yaparak gemide artık hiçbir eşyanın kalmadığını düşündüğüm sırada bulmuş olduğum büyük ganimet oldu; artık gemide işe yarar hiçbir şey kalmadığını düşündüğüm sırada geminin bölmelerinden birinde büyük bir ekmek fıçısı, üç küçük fıçı rom ya da başka içkilerden, bir sandık şeker ve bir fıçı da gayet kaliteli un buldum; bu benim için gerçekten çok şaşırtıcıydı, çünkü gemide sudan dolayı ıslanarak bozulan malzemelerin dışında başka bir şey kalmadığını düşünüyordum. Ekmekleri bulundukları kaptan hemen boşaltarak onları daha önce kesmiş olduğum yelken bezlerine ayrı ayrı güzelce sardım ve onların hepsini de düzgün şekilde karaya çıkardım.
Ertesi gün gemiye bir yolculuk daha yaptım, kullanabileceğim ne var ne yoksa her şeyi karaya taşımış olduğumdan, şimdi sırada gemideki halatlar kalmıştı. Büyük halatı, taşıyabileceğim ağırlıklarda parçalar hâlinde kestikten sonra, iki halat palamarlarını alarak etraftaki bütün demirleri bir araya topladım; mizanayla küçük sereni ve işime yarayacak her şeyi kesip büyük bir sal yaptım ve tüm ağır eşyaları bu sala yükleyerek gemiden ayrıldım. Yaver giden şansım yeniden dönmeye başlamıştı; çok hantal ve üzeri aşırı yüklü olan sal, diğer malzemeleri taşıdığım küçük salla girdiğim koya doğru ilerlerken öyle kolay yönetilecek gibi değildi ve sonunda yan devrilerek hem üzerindeki yükün tamamını hem de beni denize fırlattı. Kıyıya çok yakın konumda olduğumdan, bana çok bir şey olmamıştı; ancak eşyaların çok büyük kısmını kaybetmiştim, özellikle de işime gerçekten çok yaracağını düşündüğüm demirlerin hepsi sulara gömülmüştü; bununla birlikte gelgit çekilmeye başladığında geride kalan halat parçalarını ve bazı bulabildiğim demir parçalarını toplama olanağı bulabilmiştim, bu işi yaparken sürekli olarak suya dalıp çıkmak zorunda kaldığımdan dolayı da çok fazla yorulmuştum. Bundan sonrasında da her gün gemiye giderek alabileceğim her şeyi karaya çıkardım.
Bu adaya düşeli on üç gün olmuştu, bu süre zarfında on bir kez gemiye gidip gelmiş, tek başıma getirebileceğim ne var ne yoksa hepsini kıyıya taşımıştım; hava aynı şekilde iyi gitseydi muhtemelen bütün gemiyi sonunda kıyıya taşımış olacaktım. Ancak on ikinci gün gemiye çıkmak için hazırlandığım sırada, şiddetli bir rüzgâr esmeye başlamıştı. Buna rağmen gelgit sayesinde sular çekildiğinde yine gemiye çıktım, kamaranın her tarafını iyice araştırıp, içeride alınacak hiçbir şey kalmadığını düşündüğüm esnada, bir anda gözüm çekmeceli bir dolaba takıldı. Çekmeceleri kontrol ettiğim sırada birinin içinden iki üç ustura, bir düzine kaliteli bıçak, çatal ve kaşık takımı ve aynı zamanda bir makas buldum. Diğer çekmeceyi açtığımda, burada otuz altı pound ve bunun dışında biraz Avrupa ve Brezilya parası, birkaç altın ve biraz da gümüş olduğunu gördüm.
Parayı görünce istemsizce gülümsedim: “Ah, kahrolası para!” diye hayıflandım yüksek sesle. “Şimdi elimde olsan neye yarar ki? Hiçbir işime yaramazsın; hayır eğilip seni almama bile değmez; bu bıçaklardan biri bile senin tümünden daha değerli. Burada hiçbir işimize yaramazsın, olduğun yerde kal ve değersiz bir yaratık gibi denizin dibini boyla.” Kendi kendime bütün bunları söylemiş olmama rağmen, yine de olası ihtimallere karşı paraları da bir beze sararak yanıma aldım ve yeniden başka bir sal yapmak için düşünmeye başladım. Ancak tam salı yapmak için işe giriştiğim sırada gökyüzündeki kara bulutları ve şiddetli rüzgârı fark ettim ve on beş dakika sonrasında kıyıdan patlak veren ilk fırtınanın emarelerini gördüm. Rüzgâr kıyıdan estiği için, bir sal yapmanın şu an için anlamsız olduğunu düşündüm ve gelgit yeniden başlamadan önce karaya çıkmak zorundaydım, çünkü fırtına başladığı anda kıyaya ulaşma olanağım olmayacaktı. Bu yüzden hemen denize atladım, kısmen yanıma almış olduğum eşyalardan kısmen de dalgaların şiddetinden dolayı büyük güçlükle ilerlemeye çalıştım ve gemiyle kumsal arasında kalan açıklığı yüzerek geçtim. Gelgit henüz başlamamış olmasına rağmen, şiddetli esen rüzgârın da etkisiyle korkunç bir fırtına patlak verdi.
Neyse ki fırtına patlak verdikten çok kısa süre sonra ben, bütün eşyalarımın bulunduğu küçük çadırımın içine girerek kendimi emniyete almıştım. Fırtına bütün gece şiddetli bir şekilde devam etti ve sabah dışarı çıktığımda artık geminin ortalarda olmadığını gördüm! Bu beni biraz üzmüştü, ancak faydalı olabilecek bütün eşyaları ve malzemeleri hiç üşenmeden ve tembellik etmeden özenle kıyıya taşımış olmaktan dolayı mutluydum, geride getirmek istediğim çok az şey kalmıştı.
Artık gemiyi ve içinde geri kalanları daha fazla düşünmenin bir anlamı yoktu, sadece belki dalgalar geminin kalıntılarından birtakım malzemeyi kıyıya sürükler diye denizi gözlemlemeye devam ediyordum, öyle de oldu zaten ancak çıkan malzemeler çok da işe yarar değildi.
Artık aklım fikrim sadece adada olası vahşilerin ve yabani hayvanların saldırısına uğrayacak olursam, kendimi korumak için bir şeyler yapmaktaydı; korunaklı olarak kalabileceğim bir barınak yapmam gerekiyordu, kendime özel bir mağara mı kazmalıydım, yoksa yine başka bir çadır mı kurmalıydım? Kısacası uzun bir düşünme sürecinden sonra, her ikisini de yapmaya karar verdim; bunları nasıl yaptığımı burada açıklamam da yersiz olmayacaktır.
Bulunmuş olduğum yer kıyıya fazla yakın ve zemini de fazlasıyla yumuşak ve nemli olduğundan dolayı, sağlığım açısından uzun süre burada kalmamın uygun olmayacağına inanıyordum, bu yüzden de daha sağlıklı ve daha uygun bir yer bulmaya karar verdim.
Durumuma en uygun yeri