Robinson Crusoe. Даниэль Дефо

Читать онлайн книгу.

Robinson Crusoe - Даниэль Дефо


Скачать книгу
terk etmesini ve sonrasında da bu sefalet içerisinde yaşattığı insanlardan ona şükretmelerini beklemesinin mantıksızlığını sorguluyordum.

      Fakat ben böyle düşündükçe, içimden bir ses sürekli beni azarlayarak düşüncelerimi kontrol altında tutmamı söylüyordu; özellikle de bir gün elimde silahımla deniz kenarında aklımda tüm bu düşüncelerle dalgın bir hâlde yürüdüğüm sırada, aklıma birden bambaşka bir soru geldi. “Eh, acınacak durumda olduğun ortada ama yine de kendi hâline şükret, geride kalanlar nerede şimdi? Buraya çıkmadan önce, sandalda on bir kişi değil miydiniz? Diğer on kişi nerede? Neden onlar kurtulmadı da sadece sen kurtuldun? Neden sadece sen seçildin? Burada olmak mı daha iyi yoksa onların yerinde olmak mı isterdin?” ve bunları söyledikten sonra, doğrudan denize doğru döndüm. Tüm kötülükler, içlerindeki iyilikle ve onlardan çok daha kötüsünün olabileceği durumlarla birlikte düşünülmelidir.

      Sonra tekrar aklım başıma geldi, aslında hayatta kalabilmem için ihtiyacım olan neredeyse her şeye sahiptim, eğer o gemi kıyıya bu kadar yakın konumda karaya vurmamış olsaydı, içinden ihtiyacım olabilecek tüm eşyaları karaya taşıyabilecek kadar yakınıma gelmemiş olsaydı ve ben onları karaya çıkaracak kadar vakit bulamasaydım, ilk buraya düştüğüm hâlimle kalacak olsaydım ne olacaktı? “Özellikle de…” dedim yüksek sesle kendi kedime. “Silahsız, mühimmatsız, herhangi bir şey yapmana olanak tanıyacak herhangi bir araç olmadan, hiçbir şey yapamadan, kıyafetin, çadırın ve yatağın olmasaydı, ne yapacaktın?” Şimdi bunların hepsinden elimde yeterli miktarda vardı ve cephanem bitse, silahsız yaşamak zorunda kalsam bile kendimi idare edebilecek kadar eşyaya sahiptim. Bu şekilde, en azından hayatta olduğum sürece hiçbir şeyin eksikliğini çekmeden yaşayabileceğime inanıyordum; zira baştan itibaren başıma gelebilecek her türlü kazaya karşı nasıl davranmam gerektiğini, mühimmatım bitecek, sağlığım bozulacak ya da gücüm kesilecek olsa bile neler yapmam gerektiğini düşünerek tüm önlemlerimi almıştım.

      Bu arada, barutumun bir yıldırım düşmesi sonucunda tamamen yok olma düşüncesini hâlâ kaldıramadığımı da itiraf edebilirim elbette; bu yüzden hâlâ gök gürlediği ya da şimşek çaktığı zaman korkarak irkilmeme mani olamıyorum.

      Ve şimdi, belki de dünyada daha önce hiç duyulmamış ıssız bir yaşama adım atmış olduğumdan, size her şeyi sırasıyla baştan başlayarak anlatacağım. Daha önce söylediğim gibi 30 Eylül tarihinde o korkunç fırtına yaşandı ve sonrasında kendimi bu adada buldum; o zamanlar sonbahar döneminde olan güneş, neredeyse tam tepemdeydi, zira yapmış olduğum gözlemlere göre dokuz derece yirmi iki dakikalık kuzey enlemi üzerinde bulunduğumuzu düşünüyordum.

      Adaya geldikten on, on iki gün sonra elimde defter, kalem ve mürekkep olmadığından günlerimin sayısını şaşıracağımı, belki de pazar günlerini de normal çalışma günüyle karıştırabileceğimi düşündüm; ancak bunu önlemek adına büyük bir tahtayı alarak üzerine bıçakla, büyük harflerle karaya vurduğum ilk gün olan 30 Eylül 1659 tarihini kazıdım. Bu tahtayı tıpkı bir haç gibi direklerden birinin üzerine çakarak, sonrasında her geçen gün için tahtanın üzerinde bir çentik attım ve her yedinci çentikte bir haftanın tamamlanmış olduğunu belirlemek üzerine çentiklerin üzerine yatay bir çizgi çektim, her ayın ilk günü geldiğinde çizgiyi çekmesi gerçekten çok zor oluyordu; işte böylece haftalık, aylık ve yıllık zamanımı hesaplayabileceğim bir takvim yapmıştım kendime.

      Daha önce yukarıda da bahsettiğim gibi, gemiye gidiş gelişlerim sırasında getirmiş olduğum birçok eşya arasında, değeri fazla olmasa bile işime gerçekten çok yarayan bazı eşyalar da vardı; daha önce size bahsetmediğim bu eşyaların arasında özellikle kalemler, mürekkepler ve kâğıtların yanı sıra, kaptan ve ikinci kaptanın, topçunun ve marangozun kamaralarından toparladığım birkaç paket, üç, dört pusula, bazı matematik araçları, dürbün, harita, gemicilik ve rota kitapları da bulunuyordu, işime yarayıp yaramayacağını hiç sorgulamadan hepsini kapıp adaya getirmiştim. Ayrıca, İngiltere’den gelen eşyalarımın arasında getirmiş olduğum çok iyi üç İncil, bazı Portekizce kitaplar ve aralarında iki üç Katolik dua kitabı da vardı, hepsini büyük bir titizlikle güvence altına almıştım. Tüm bunlarla birlikte, gemide ayrıca iki kedimiz ve bir de köpeğimiz olduğunu söylemeyi de unutmamalıyım; gemiden eşyaları taşıdığım sırada iki kediyi de yanıma almıştım, köpeğe gelince o doğrudan gemiden denize atladı ve ben eşyaları kıyıya taşıdığım sırada kıyıya kadar yüzerek yanıma geldi, sonrasında da yıllarca bana büyük bir bağlılıkla hizmet etti. Aslında ondan beklediğim, istediğim şeyleri bana getirmesi, bir yere giderken yanımda bana eşlik etmesi değildi; keşke olanak olsaydı da arada sırada benimle sohbet edebilseydi ancak bunu yapamazdı. Az önce bahsettiğim gibi, sonunda almış olduğum eşyaların arasından kalemler, mürekkep ve kâğıtları bulmuştum; bunları kesinlikle büyük tutumlulukla kullanmam gerektiğinin farkındaydım. Mürekkebim olduğu sürece başımdan geçenlerin hepsini detaylıca yazmış olduğumu zaten göreceksiniz, ancak ondan sonrasında ne denersem deneyeyim mürekkebin yerini tutacak bir şey bulamadığım için, işler değişti.

      Ve bu durum, getirmiş olduğum bir sürü eşya olmasına rağmen, daha birçok şeye ihtiyacım olduğunu aklıma getirdi; bu eksiklerin birinci sırasında elbette mürekkep yer alıyordu, sonrasında ise toprağı kazmak için kürek, kazma ve bel gerekiyordu; ayrıca iğne ve ipliğim de yoktu, kumaş konusuna gelince onlardan vazgeçmeyi zaten çok kısa sürede öğrenmiştim.

      İhtiyacım olan bu aletlerin yoksunluğu, yaptığım her işin çok daha uzun sürede bitmesine neden oluyordu; bütün çabalarıma rağmen etrafını kapattığım küçük yuvamı bitirebilmem neredeyse bir yılımı almıştı. Neredeyse kaldıramayacağım kadar ağır olan kazık ve direklerin, ormandan kesilip getirilmesi ve bir de onları evin yakınına kadar taşıması oldukça uzun zamanımı aldı. Bu yüzden kimi zaman iki gün boyunca sadece bir direğin kesilip evime kadar taşınmasıyla uğraşmak zorunda kaldım, onların yere çakılması da tam bir günümü alıyordu. İlk başlarda kazıkları çakmak için ağır odun parçalarını kullanıyordum, sonrasında bunların yerine daha hafif ama aynı şekilde sağlam olan demirleri kullanmama rağmen, işin yorgunluğundan ve zorluğundan kurtulamadım.

      Yine de yapmak zorunda olduğum işlerin zorluğunu ve yoruculuğunu düşünecek durumda değildim, sonuç olarak hepsini bitirmek için yeterince zamanım yok muydu? Burada yapacak başka da bir işim yoktu ki; en fazla birkaç sefer dışarı çıkıp yiyecek bir şeyler bulmak adına adayı dolaşıyordum, bu da zaten tahmin edebileceğiniz gibi her zaman yaptığım düzenli işlerden biriydi.

      Gün geçtikçe durumumun ciddiyetini ve bulunduğum koşulları enikonu düşünmeye başladım. Başımdan geçen her şeyi yazdım, niyetim onları benden sonra buraya gelecek birisine bırakmak değildi, sonuç olarak günlük olarak yapmış olduğum tüm gözlemleri ve başımdan geçenleri okuması için arkamda bırakacağım bir varisim yoktu ve bütün bunları ayrıntılarıyla anlatıyor olmam da aslında nafile bir çabaydı. Aklımı sürekli kurcalayan kötümser duyguları bu şekilde uzaklaştırmaya çalışarak elimden geldiğince kendimi oyalamak için uğraşıyordum. Duygularımı dengede tutabilmek için de koşullarımın arasında iyi ve kötüyü karşılaştırarak, tüm çekmiş olduğum acıları, yaşamış olduğum rahat dönemlerimi ve bulunduğum durumu hiç taraf tutmaksızın, bir alacak verecek defterine her şeyi kaydeder gibi sıralamaya başladım.

      Kötü olan: Her türlü kurtulma umudumu yerle bir eden, korkunç derecede ıssız bir adaya düşmüştüm.

      İyi olan: Hayattaydım ve tüm diğer denizci arkadaşlarım gibi boğularak denizin dibini boylamamıştım.

      Kötü olan: Tüm dünyada sadece bu şekilde sefil olmak ve sürünmek


Скачать книгу