Tom Amca’nın Kulübesi. Гарриет Бичер-Стоу
Читать онлайн книгу.sona erdiği açıktı.
“Bu benim efendiye söylediğim şey değil mi?” dedi Sam, incinmiş saf biri havasında. “Yabancı bir beyefendi nasıl olur da ülkeyi orada doğup büyümüş olan yerlilerden daha iyi bilebilir?”
“Seni alçak!” dedi Haley. “Bütün bunları biliyordun.”
“Ben bildiğimi söylemedim mi size ve siz de bana inanmadınız? Efendiye dedim ki oralar hep kapalı ve çitli, geçebileceğimizi beklemiyordum, Andy beni duydu.”
Bunlar tartışılmayacak kadar doğruydu ve şanssız adam elinden gelen zarafetle öfkesini yutmak zorunda kaldı ve üçü de sağa dönüp otoyol istikametine doğru hareket etti.
Tüm bu gecikmeler sonucunda, Eliza’nın köydeki salonda çocuğu uyutmasından üç çeyrek saat sonra, adamlar aynı yere atlarıyla geldiler. Eliza pencerede durmuş başka bir yöne bakıyordu ki Sam’in cin gibi gözleri onu seçti. Haley ve Andy iki metre arkadan geliyordu. Bu tehlikeli durumda Sam şapkasını havaya atmayı akıl etti ve yüksek, garip bir sesle de bağırdı. Bu ses kadını hemen ürküttü; birden geriye çekildi, bu arada bütün hepsi pencereyi süpürüp ön kapıya kadar geldi.
Eliza’ya o an binlerce yaşam yoğunlaşmış gibi geldi. Odasında nehre açılan bir yan kapı vardı. Çocuğunu kaptığı gibi doğru merdivenlerden fırladı. Kıyıda gözden kaybolurken, tüccar onu bir anlığına gördü ve kendini atından atarak Sam ve Andy’yi bağırarak çağırdı, bir geyiğin peşindeki av köpeği gibiydi. O baş döndürücü anda kadının ayakları yere değmiyordu sanki ve bir an sonra suyun kıyısındaydı. Hemen arkasından gelirlerken o da Tanrı’nın yalnızca umutsuzlara verdiği güçle cesaretlenmiş olarak vahşi bir çığlıkla uçarcasına bir adım atarak kıyıdaki yoğun akıntının üzerinden dümdüz ötedeki buz yığınının üzerine atladı. Umutsuz bir atlayıştı bu, çılgınlık ve çaresizlik olmasa imkânsızdı; bunu yaptığı sırada, Haley, Sam ve Andy içgüdüsel olarak bağırarak ellerini havaya kaldırdılar.
Kadının üzerine atladığı koca, yeşil buz kütlesi ağırlığı üzerine gelince çalkalanıp çatırdadı ama o orada bir dakika bile kalmadı. Çılgınca çığlıklar ve umutsuz bir güçle bir diğerine atladı ve oradan da bir diğerine; sendeleyerek, atlayarak, kayarak, tekrar yukarı sıçrayarak! Ayakkabıları gitmişti, çorapları yırtılmıştı, kan her adımını işaretliyordu ama o hiçbir şey görmüyor, hiçbir şey hissetmiyordu ta ki bir rüyadaymış gibi bulanık Ohio tarafını ve bir adamın kıyıdan yukarıya ona yardım ettiğini görünceye dek.
“Sen her kimsen cesur bir kızsın!” dedi adam bir küfür sallayarak.
Eliza eski evinden pek de uzakta olmayan bir çiftliği olan adamın sesini ve yüzünü tanıdı.
“Ah, Bay Symmes! Beni kurtarın, lütfen beni kurtarın, lütfen beni saklayın!” dedi Eliza.
“Neden, neler oluyor?” dedi adam. “Bu Shelby’nin kızı değilse ne olayım!”
“Çocuğumu, bu oğlanı, sattı o! İşte efendisi o.” dedi, Kentucky kıyısını işaret ederek. “Ah, Bay Symmes, sizin de küçük bir oğlunuz var!”
“Evet var.” dedi adam, sertçe ama iyi niyetle onu dik kıyıdan çekerken. “Bunun yanında, çok cesur bir kızsın. Yürekliliği nerede görsem severim.”
Kıyının tepesine gelince adam durdu.
“Senin için bir şeyler yapmak isterim.” dedi. “Ama seni götürebileceğim bir yer yok. Sana yapabileceğim en iyi şey oraya gitmeni söylemek.” dedi, köyün ana caddesinin yanında tek başına duran geniş, beyaz evi işaret ederek. “Oraya git; iyi kalpli insanlardır. Orada hiçbir tehlike yok, sana yardım ederler. Bu tür şeylere alışkındırlar.”
“Tanrı sizi korusun!” dedi Eliza içten bir şekilde.
“Hiçbir durumda, dünyadaki hiçbir durumda.” dedi adam. “Senin için yaptığımın bir önemi yok.”
“Ah, elbette, efendim, kimseye söylemezsiniz değil mi?”
“Ağzından yel alsın, kızım! Arkadaşlar ne içindir? Söylemem elbet.” dedi adam. “Gel şimdi hadi, aklı başında bir kız gibi git. Sen özgürlüğünü kazandın ve bana göre alacaksın.”
Kadın çocuğunu göğsüne yaklaştırıp sert adımlarla yürüyerek hızla uzaklaştı. Adam durup ardından baktı.
“Shelby şimdi belki de bunun dünyanın en iyi komşuluğu olmadığını düşünebilir ama bir arkadaş ne yapabilir? Eğer benim kızlardan birini bu durumda yakalarsa o da bu şekilde yapabilir. Bir sebepten hiçbir yaratığın peşinde köpeklerle böyle çabalamasına ve soluk soluğa kendini kurtarmaya çalışmasına dayanamam. Bunun yanında avcı ve takipçi gibi diğer insanları yakalamak için bir neden göremiyorum.”
İşte böyle konuştu, yasal ilişkilerle ilgili eğitim almamış ve sonuç olarak da Hristiyan adaplı davranışlara sırtını dönmüş, eğer daha iyi durumda ve daha okumuş olsa, böyle davranmayacak olan bu garip, barbar Kentuckyli.
Haley, Eliza kıyının yukarısında gözden kayboluncaya kadar hayret dolu bakışlarla sahneyi izlemişti, sonra Sam ve Andy’ye boş, soran bakışlarını yöneltti.
“Bu katlanılabilir işe hakça vurulan bir darbe.” dedi Sam.
“İnanıyorum ki bu kızın içinde yedi şeytan vardı!” dedi Haley. “Nasıl da yaban kedisi gibi sıçradı!”
“Eh, şimdi.” dedi Sam, başını kaşıyarak. “Umarım Efendi bu yolu denediğimiz için bizi affeder. Bunun için yeterince canlı hissetmiyorum hiçbir şekilde!” ve Sam boğuk bir sesle kıkırdadı.
“Sen gül bakalım!” diye homurdandı tüccar.
“Tanrı sizi korusun efendim, şimdi buna engel olamıyorum.” dedi Sam, ruhunda uzun zamandır baskı altında kalmış coşkuyu dışa vurmuştu. “Atlarken ve sıçrarken, buz da çatlarken çok garip görünüyordu; onun sesi duyuluyordu, patır, kütür, foş, atla gibi sesler. Tanrı’m! Nasıl da gitti!” Sonra Sam’le Andy yanaklarından yaşlar süzülünceye dek güldüler.
“Ağzınızı diğer tarafa döndürüp güldüreceğim sizi!” dedi tüccar, sürücü kamçısını da başlarına salladı.
Her ikisi de sinerek bağıra çağıra kıyıdan yukarı koştular ve o yukarı gelmeden atlarına binmişlerdi.
“İyi akşamlar efendim!” dedi Sam büyük bir ciddiyetle. “Hanımımın Jerry ile ilgili olarak çok endişelendiğini düşünüyorum. Efendi Haley artık bizi istemez. Hanımım yaratıkları bu gece Lizy’nin ardından koşturduğumuzu duymak istemezdi.” Andy’nin böğrünü şakacıktan dürttü ve yola koyuldu, ardından diğeri tüm hızıyla takip ederken kahkahaları rüzgârda boğuldu.
VIII
Eliza’nın Kaçışı
Eliza nehrin diğer yanında umutsuzca kaçarken karanlık bastırmıştı. Akşamın yavaşça nehirden yükselen gri sisi o kıyıdan yukarıda kaybolurken onu sarmaladı ve kabarmış akıntıyla batıp çıkan buz kütleleri onunla peşindeki arasına umutsuz bir bariyer koydu. Bu yüzden Haley küçük hana yavaşça ve hoşnutsuzlukla ne yapılacağını düşünmek üzere döndü. Kadın ona eski bir halıyla kaplı küçük salonun kapısını açtı. Odada çok parlak siyah muşamba kaplı bir masa duruyordu, çeşitli uzunlukta, yüksek arkalı tahta sandalyeler, hafifçe tüten ızgaranın üstündeki şömine rafında göz alıcı renklerde alçı süsler, ocak boyunca uzanan uzun, sert, tahtadan rahatsızca bir kanepe vardı. Haley buraya insan umutlarının ve mutluluklarının genel değişkenliği