Tom Amca’nın Kulübesi. Гарриет Бичер-Стоу
Читать онлайн книгу.Tanrı’m.” dedi Marks, huzursuzca. “Olacak da… Diyorum ki…” dedi, pencereye yürüyerek. “Kurt ağzı kadar karanlık dışarısı ve Tom…”
“Sözün kısası, sen korkuyorsun, Marks ama buna bir şey yapamam. Gitmek lazım. Diyelim ki sen daha başlamadan kızı yer altından Sandusky’ye veya bir yerlere taşıyıncaya kadar sen bir iki gün yattın.”
“Ah, hayır; zerre kadar korkmuyorum.” dedi Marks. “Sadece…”
“Sadece ne?” dedi Tom.
“Eh, kayıkla ilgili. Gördüğün gibi hiç kayık yok.”
“Kadının bu akşam bir tane geleceğini söylediğini duydum ve bir adam onunla geçecekmiş. Ya hep, ya hiç, onunla gitmeliyiz.” dedi Tom.
“Umarım iyi köpekleriniz vardır.” dedi Haley.
“Birinci sınıf.” dedi Marks. “Ama ne işe yarar? Kadının koklatacak bir şeyi yok.”
“Evet, var.” dedi Haley, zafer kazanmış gibi. “Aceleyle çıkarken yatağın üzerinde bıraktığı şalı var, şapkasını da bırakmış.”
“Şansımız yaver gidiyor.” dedi Loker. “Ver bakalım şunları.”
“Kadın habersizken saldırırlarsa köpekler zarar verebilir.” dedi Haley.
“Buna dikkat etmeliyiz.” dedi Marks. “Bizim köpekler bir keresinde Mobile’da biz oraya yetişmeden bir adamı parçalara ayırmışlardı.”
“Eh, bu tipler görünüşü için satılır, öbür türlü işe yaramaz.” dedi Haley.
“Anlıyorum tabii.” dedi Marks. “Bunun yanında eğer tongaya basarsa o denli gidemez. Bu yaratıkların taşındığı eyaletlerde köpeklere güven olmaz. Elbette onları izleyemezsiniz. Sadece tarlalarda işe yarar, zencilerin kendi kendilerine koştuğu ve yardım almadığı.”
“Eh.” dedi Loker, biraz araştırma yapmak için bardan çıkmıştı. “Adamın kayıkla geleceğini söylüyorlar, öyleyse Marks…”
Bu değerli zat ayrılacağı rahat yere hazin bir bakış attı ama yavaşça çağrısına uyarak ayağa kalktı. Daha sonraki işlerle ilgili birkaç söz söyledikten sonra Haley belli olan bir gönülsüzlükle elli doları Tom’a verdi ve bu saygın üçlü gece için ayrıldılar.
Bizim seçkin ve Hristiyan okuyucularımız bu sahnenin onlara tanıştırdığı topluluğa itiraz ederlerse zamanla ön yargılarından kurtulmalarını rica edelim. Onlara hatırlatmamıza izin versinler, yakalama işi yasal ve vatansever bir mesleğin itibarıyla yükseliyor. Mississippi ve Pasifik arasındaki geniş araziler bedenler ve ruhlar için büyük bir pazara dönüşürse ve insan mal olarak on dokuzuncu yüzyılın başta gelen eğilimlerinden biri olmayı sürdürürse tüccar ve avcılar aristokrasimiz arasında sayılabilir.
Handa bu sahne geçerken, büyük bir kutlama havası içerisindeki Sam ve Andy eve doğru yola koyuldular.
Sam kendini tüy gibi hissediyordu ve sevincini her türlü garip bağırış ve haykırışla, tüm bedeninin tuhaf hareketleri ve eğilişiyle gösterdi. Bazen yüzü atın kuyruğu ve böğrüne dönük ters oturuyor, sonra bir çığlık ve taklayla tekrar yerine geçiyordu ve ciddi bir ifadeyle, yüksek sesle gülerek ve saf taklidi yaparak Andy’ye ders vermeye başlıyordu. Çok geçmeden kollarıyla yanlarına vurarak geçtikleri sırada yaşlı ormanı çınlatan gülme seslerine boğuldu. Tüm bu değişik hareketlerle atları son süratle götürmeyi başardı, ta ki on ile on bir arasında, nalların sesi balkonun sonundaki çakıllarda duyuluncaya kadar. Bayan Shelby parmaklıklara doğru uçarcasına gitti.
“Sen misin Sam? Neredeler?”
“Efendi Haley handa dinleniyor, çok fena yoruldu hanımım.”
“Peki Eliza, Sam?”
“Eh, o Ürdün’e geçti. Kenan topraklarında bile denilebilir.”
“Sam, sen ne demek istiyorsun?” dedi Bayan Shelby, bu kelimelerin muhtemel anlamını kavradığında nefesi tıkandı ve neredeyse bayılıyordu.
“Eh, hanımım, Tanrı kullarını korur. Lizy nehirden Ohio’ya sanki Tanrı onu iki atlı ateşten bir arabayla almış gibi dikkate şayan bir biçimde gitti.”
Sam’in dindar damarı her zaman hanımının yanında alışılmadık şekilde kabarırdı ve kutsal kitaptaki figürler ve şekiller gibi konuşurdu.
“Buraya gel, Sam.” dedi onu verandada takip eden Bay Shelby. “Ona istediği şeyi anlat. Gel, gel, Emily.” dedi kolunu ona dolayarak. “Üşümüşsün, titriyorsun, kendini çok fazla duygularına kaptırıyorsun.”
“Duygularına çok fazla kaptırmak mı! Ben bir kadın değil miyim, bir anne değil miyim? Bu zavallı kız için Tanrı’ya ikimiz de sorumlu değil miyiz? Tanrı’m! Bu günahtan bizi koru.”
“Ne günahı, Emily? Sen de gördün ki biz sadece yapmak zorunda olduğumuz şeyi yaptık.”
“Ama bununla ilgili kötü bir suçluluk duygusu var içimde.” dedi Bayan Shelby. “Ondan kaçamıyorum.”
“Hadi Andy, seni zenci, canlan!” diye verandanın altından seslendi Sam. “Bu atları ahıra götür, duymuyor musun efendi çağırıyor?” ve Sam elinde palmiye yaprağıyla çok geçmeden salon kapısında belirdi.
“Şimdi Sam, bize ayrıntısıyla neler olduğunu anlat.” dedi Bay Shelby. “Eliza nerede, biliyor musun?”
“Eh, efendim, onu kendi gözlerimle yüzen buzun üzerinden geçerken gördüm. Şaşılacak şekilde aştı orayı, bir mucize de değildi, Ohio tarafında bir adamın ona yardım ettiğini gördüm ve sonra alaca karanlıkta kayboldu.”
“Sam, bence bunun doğruluğu şüpheli, bu mucize. Yüzen buzun üzerinde geçmek kolay değil.” dedi Bay Shelby.
“Sakin olun! Tanrı’nın yardımı olmadan kimse yapamazdı. Bakın şimdi.” dedi Sam. “Şöyle oldu. Efendi Haley, ben ve Andy nehrin kıyısındaki küçük hana geldik ve ben biraz önden gidiyordum. Lizy’yi yakalamaya öylesine hevesliydim ki kendimi tutamıyordum, mümkün değil. Hanın yanındaki sarmaşıklara vardığımda, o da oradaydı, tam karşımda, öbürleri de arkadan geliyordu. Eh, ben de şapkamı fırlatıp ölüyü kaldıracak kadar bağırdım. Elbette Lizy duydu ve Efendi Haley kapıyı geçerken çekilip kaçtı; sonra yan kapıdan çıkıp nehrin kıyısına gitti. Efendi Haley onu görüp bağırdı. O, ben ve Andy arkasından gittik. O nehrin kıyısına geldi ve kıyıda üç metre genişliğinde akıntı vardı, öbür taraftaysa buz sanki kocaman bir ada gibi sallanıyor, aşağı yukarı batıp çıkıyordu. Onun tam arkasına geldik, onu kesin yakalar diye düşündüm. O zaman hiç duymadığım bir çığlık koyverdi ve işte oradaydı, akıntının öbür tarafına geçmiş, buzun üstündeydi. Sonra çığlık ata ata atlamaya devam etti. Buzlar kırıldı! Şap, çatır, tok ve bir beygir gibi zıplıyordu! Tanrı’m, kızın yaptığı sıçrayışı ben pek görmedim, fikrime göre öyle.”
Sam öyküsünü anlatırken, Bayan Shelby heyecandan beti benzi atmış şekilde sessiz sedasız oturuyordu.
“Tanrı’ya şükür, ölmemiş!” dedi. “Ama o zavallı çocuk nerede şimdi?”
“Tanrı onu korur.” dedi Sam, huşu içinde gözlerini devirerek. “Dediğim gibi takdiriilahi ve hanımımın bize bu yolu gösterdiği gibi davranıyoruz. Biz Tanrı’nın isteklerini yerine getiriyoruz. Eğer ben olmasaydım, bugün onlarca kez yakalanmıştı. Bu sabah atları kovalamaya başlayıp ta akşam yemeğine kadar bunu yapmadım mı? Efendi Haley’yi bu akşam yolun sekiz kilometre uzağına çekmedim mi? Yoksa zencinin peşindeki köpek gibi kolaylıkla Lizy’le