Çocuk Kalbi. Edmondo De Amicis

Читать онлайн книгу.

Çocuk Kalbi - Edmondo De Amicis


Скачать книгу
derse gelen, muallimelerin en yaşlısı olam Kromi idi. Çocuğu hasta olduğu için mahzundu. Sınıfa girdiği zaman talebeler gürültü yapmaya başlamıştı. Ağır ve sakin sesiyle bize “Benim beyaz saçlarıma hürmet ediniz. Ben yalnız bir muallime değil, anneyim!” dedi. Artık kimse konuşmaya cesaret edemedi. Küstah Franti bile onunla ancak gizlice alay ederek kendini eğlendirebiliyordu.

      Madam Kromi’nin sınıfına kardeşimin muallimesi Matmazel Del-kati, onun yerine de daima koyu renkte elbise giyindiği için burada “küçük rahibe” denilen muallime gönderilmişti. Bunun çehresi bembeyaz ve ince saçları parlak, gözleri şeffaf ve tatlı sedası dualar fısıldamak için yaratılmış gibidir. Hâlbuki o bu tatlı sesiyle kendi küçük âleminin usluluğunu temin etmeyi bilir ve en yaramazlar bile onun önünde yaramazlığa cesaret edemezler.

      Çok hoşuma giden bir muallime var ki iptidaî birinci senenin üç numaralı sınıfında muallimedir. Pembe çehreli genç bir kadın. Yanaklarının ortasında iki küçük çukur var. Kırmızı tüylü şapka giyer. Daima neşelidir, sınıfı hep sevinçli bir hâlde bulundurur, ve daima tebessüm eder. Sükûtu temin için cetveliyle mütemadiyen masasına vurur. Bazen de hafifçe çocukların ellerine. Talebesi çıktığı zaman onları sıraya koymak, birisinin yakasını düzeltmek, ötekinin paltosunun önünü iliklemek için arkalarından koşar. Kavga etmemeleri için sokakta onları takip eder. Evde cezalandırılmamaları için ebeveyne ricalar eder, öksürenler için cebinde haplar bulundurur ve üşüyenlere atkısını eğreti verir, örtüsünden ve kısa mantosundan çekerek onu okşamak ve öpmek isteyen küçükler tarafından mütemadiyen hücuma uğrar ve müsait bulunarak onların okşamalarına tatlılıkla cevap verir. Güzel tebessümü yanaklarına küçük çukurcuklarını gönderir. Bu latif muallime ki aynı zamanda resim muallimesidir. Bütün gün çalışarak annesine ve kardeşine yardım ediyor.

      YARALININ YANINDA

12 Pazar

      Kar topu ile yaralanan ihtiyar memurun yeğeni bahsettiğim sevimli muallimenin sınıfında bulunuyor. Bugün onu gördük. Kendisini oğlu gibi yetiştiren amcasının yanında ikamet ediyor. Gelecek hafta bize okunacak olan “Floransalı Küçük Yazıcı” başlıklı aylık hikâyeyi yazıp bitirdiğim zaman babam “İhtiyar mösyöden haber almak için dördüncü kata çıkalım!” dedi. İhtiyarın yattığı, hemen hemen karanlık odaya girdik, yastıklara dayanarak yatakta oturuyordu. Zevcesi başucunda duruyor ve odanın bir köşesinde küçük yeğeni oynuyordu. Bir gözü sarılı idi. Babamı görünce memnun oldu. Oturduk. Bize iyi olduğunu, gözünün çıkmadığını ve birkaç güne kadar tamamıyla iyileşeceğini anlattı ve “Bu bir fena tesadüftü. O zavallı çocuğun çektiği korkuya teessüf ediyorum!” diye ilave etti. Sonra bize kendisini tedavi eden doktordan bahsetti. Kapının çalındığını işiterek “Ah! İşte muhakkak odur” dedi. Kapı açıldı, kimi göreyim: Uzun mantosuna bürünmüş Garoffi. Eşiğin üstünde, başı eğilmiş, girmeğe cesaret edemiyordu.

      İhtiyar “Ne var?”diye sordu.

      Babam “Kar topunu atan çocuk” diye fısıldadı.

      Elini Garoffi’ye uzatarak ihtiyar “Gel zavallı yavrum sen yaralıdan haber almağa geldin değil mi?” dedi “O pek iyidir. Merak etme. Neredeyse tamamen iyileştim…”

      Garoffi ağlamamak için kendini zorlayarak mahcubiyetle yatağa yaklaştı. İhtiyar onu okşuyor fakat o, o derece utanıyordu ki bir kelime bile söyleyemiyordu.

      Yaralı devam etti: “Geldiğine teşekkür ederim. Git babana ve annene de ki merak edilecek hiçbir şey yok.”

      Garoffi kalbini ezen birşey varmış da söylemeye cesaret edemiyormuş gibi kımıldayamıyordu.

      “Ne istiyorsun? Bana söyleyeceğin bir şey mi var?”

      “Ben… Hayır!”

      “Öyle ise selametle yavrucuğum. Kalbin rahat olarak gidebilirsin.”

      Garoffi kapıya doğruldu fakat kapının yanına geldiği zaman durdu ve merakla bakarak kendisini takip eden küçük yeğene döndü. Derhâl mantosunun altından bir şey çıkardı ve “Bu senin için.” diyerek çocuğun eline tutuşturup bir şimşek gibi kayboldu.

      Çocuk verilen şeyi amcasına getirerek sargısını açtı. Ben hayretimi zaptedemeyerek “Ay!” dedim, bu zavallı Garoffi’nin getirdiği o meşhur albüm, o posta pulu koleksiyonu idi. Bu koleksiyondan o, daima bahsederdi. Ona o kadar pahalıya mal olan bu kıymetli şey üzerine o ne büyük ümitler kurmuştu. Hülasa bu onun hazinesiydi. Zavallı çocuk! Af ile değiştirmek için hayatının yarısını vermiş oluyordu.

      FLORANSALI KÜÇÜK YAZICI

(Aylık hikâye)

      O ilk mektebin dördüncü sınıfında idi. On iki yaşında, siyah saçlı, beyaz tenli bir nazik Floransalı; maaşı pek az, ailesi kalabalık olduğu için pek sıkıntı ile ancak geçinebilen bir şimendifer memurunun oğlu. Babası onu pek sever ve hakkında gayet müsaadeli bulunurdu. Her şey için müsaadeli, yalnız ders için değil. O bu noktada sert ve ciddidir. Çocuklarının en büyüğü olan bu oğlu aileye yardım için mümkün olduğu kadar erken bir mevki kazanmalı ve buna çabuk layik olmak için de az zamanda çok çalışmalı.

      Zaten o babasının teşvikinden fazla çalışırdı. Baba yaşlı olmakla beraber fazla gayrete mecbur olduğu için hakikatte olduğundan daha ihtiyar görünüyordu. Bununla beraber ailesinin ihtiyacını temin için vazifesinde tahammül ettiği zor hizmet dışında, oradan buradan kopya edilecek yazılar alıp gecesinin bir kısmını da bu meşguliyetle geçirirdi.

      Son zamanda gazete ve cüz cüz kitaplar neşreden bir yayıncının verdiği, abonelerin isim ve adreslerini sargı kağıtlarının üzerine yazma vazifesini kabul etmişti. Muntazam yazılmış beş yüz adres için üç frank kazanıyordu fakat bu çalışma onu yoruyor ve çoğu zaman, akşam sofrada “Gözlerim harap oluyor, gece işleri beni bitiriyor!” diye şikâyet ediyordu.

      Çocuk bir gün “Bırak baba senin yerine ben yazayım. Biliyorsun ki tıpkı senin gibi yazıyorum…” demiş, baba ise yok evladım sen çalışmaya mecbursun. Mektep ödevlerin benim sargı kâğıtlarımdan çok ehemmiyetlidir. Senin bir saatini meşgul etmek bile benim için azaptır. Teşekkür ederim, fakat katiyen istemem…” diye cevap vermişti.

      Çocuk babasının razı olmayacağını anlayarak ısrar etmedi. Fakat bakın ne yaptı: Biliyordu ki babası tam gece yarısında yazısını bitiriyor ve yatmak için yatak odasına çıkıyordu.

      Çok zaman asma saat on ikiyi vurduktan sonra babasının iskemlesini yerine koyarak ağır adımlarla yatak odasına yol aldığını işitmişti.

      Bir gece babasının uyumasını bekledi, sonra kalkarak sessizce giyindi, yoklaya yoklaya odaya girerek lambayı yaktı. Üzerinde bir yığın boş sargı kâğıdı ve bir adres listesi bulunan masanın önüne oturup babasının yazısını tamamıyla taklit ile yazmağa başladı.

      Başarıyla yazmaktan memnundu. Fakat yine ızdıraptan bağımsız değildi…

      Sargı kâğıtları yığılıyordu… Ara sıra ellerini ovuşturmak için kalemi bırakıyor, sonra etrafı dinleyerek ve tebessüm ederek daha dikkatle başlıyordu.

      Böylece yüz altmış tane adres yazmıştı.

      Tam bir frank hak edilmişti. Şimdi kalemi aldığı yere koydu.. Lambayı söndürdü ve parmaklarının uçlarıyla yürüyerek yatağına döndü.

      Bugün öğleyin peder sofraya daha keyifli gelmişti o hiçbir şeyin farkında olmamıştı. Başka şeyler düşünerek tabii hâlinde işini görüyor, ertesi günkü sargıları düşünmüyordu. Neşe ile oturmuş ve elini oğlunun omuzuna koyarak “Eh Jül! Artık baban senin inanmayacağın kadar çalışıyor. Dün akşam


Скачать книгу