Çocuk Kalbi. Edmondo De Amicis
Читать онлайн книгу.Bunlar da sizin gibi çocuktur. Sizlerden farkları birkaç seneden fazla değildir. Onların da mektepleri, kışla mektepleri var. İçlerinde bizim aramızda olduğu gibi zengin veya fakir olanlar var ki her biri İtalya’nın bir kısmından gelmiştir. Bakınız kıyafetlerinden memleketleri hemen hemen tanınabilir. SicilyalıIar, Sardunyalılar, Napolililer, Lombardiyalılar geçiyor. Bu alay 1848’de galip gelen alaydır. Askerler aynı asker değilse de bayrak daima odur.
Siz doğmadan yirmi sene evvel memleket için bu bayrağın etrafında ne kadar adam can vermişti.”
Garron “İşte bayrak!” dedi.
Hakikaten askerin başı üzerinde kırmızı, beyaz ve yeşilli bir bayrak dalgalanıyordu.
“Haydi çocuklarım…” Müdür söylüyordu, “Orduya karşı hürmetinizi gösteriniz. Üç renk geçerken ellerinizi alnınıza götürerek mektepliler gibi selamlayınız!”
Bir zabit tarafından taşınan, örselenmiş ve eskimiş olan bayrak önümüzden geçti. Mızrağına bir madalya asılmıştı. Hepimiz birden ellerimizi alnımıza götürdük. Zabit bize bakıp güldü ve selamımızı aldı. Arkamızdan bir ses “Aferin çocuklarım!” diyordu. Döndüğümüz zaman yakasının iliğinde kurdele bulunan bir ihtiyar gördük. Bu emekli olmuş bir zabitti: “Aferin çocuklarım. Ne kadar iyi yaptınız. Küçük iken sancağı selamlayan büyüdüğü zaman müdafaa eder!”
Bu mert adam böyle söylerken alayın bayrağı, sesleri askerî mızıkaya refakat eden bir çocuk sürüsüyle kuşatılmış olarak, orada, Korso’nun üzerinde dalgalanıyordu.
NELLI’NİN KORUYUCUSU
Dün askerin geçişine Nelli de bakıyordu. Çaresiz küçük kambur hazin bir tavır ile “Ben hiç asker olamam.” diyordu. Zavallı çocuk çok çalışıyor fakat o kadar zayıf ve o kadar renksiz ki derhâl nefesi kesiliyor. Annesi, siyahlar giyen sarışın, ufak tefek bir hanım. Çıkış saatinde kalabalığın içinde itilip küçümsenmesin diye onu almaya gelir. Onu ne kadar okşadığını görmeli.
İlk günlerde talebe Nelli ile eğleniyorlar ve çantalarıyla arkasına dokunuyorlardı. O hiç isyan etmiyor ve annesine de söylemiyordu. Arkadaşlarının onu rahatsız ettiklerini öğrenip de annesinin müteessir olmasına meydan vermek istemiyordu. Nelli ile eğlenirlerdi ve o zavallıcık da alnını çekmecesine dayayıp sessizce ağlardı. Bir gün Garron müdahale etti ve mekteplilere dedi ki:
“Nelli’ye dokunanın benimle işi var. Ona öyle bir tokat atarım ki hiç hatırından çıkmaz.”
Franti Garron’un sözlerini hiç hesaba katmayarak Nelli’ye dokunmuş ve onu üç defa döndüren kuvvetli bir tokatı yemişti.
Bu zamandan beri artık kimse Nelli’yi rahatsız etmiyor. Mösyö Perboni, Garron’u küçük Kanbölle aynı sıraya koydu ve onlar bir çift dost oldular. Nelli, Garron’ı çok sever. Sınıfa girer girmez gözleri derhâl Garron’u arar. Ona Allah’a ısmarladık, demedikçe gitmez. Garron da böyle yapar. Nelli sıranın altına bir kalem yahut kitap düşürdüğü zaman arkadaşı yorulmasın diye derhâl Garron eğilir ve düşen şeyi alır. Sonra çantasının içine kitaplarını yerleştirmek, pardösüsünü giymek için de ona yardım eder. Bunun içindir ki Nelli onu o kadar sever ve muallim, Garron hakkında takdirde bulununca o kadar sevinir. Âdeta bu takdirlerin kendisine, Nelli’ye söylendiği zannolunur. İyice biliyorum ki Nelli annesine her şeyi, ilk günlerin takılmalarını, arkadaşının müdahalesini söylemiştir. Zira işte bu sabah bakın ne oldu? Mösyö Perboni ders programını götürmek üzere beni müdürün yanına gönderdi ben orada iken Nelli’nin annesi girdi. Müdüre soruyordu: “Oğlumun sınıfında Garron isminde bir çocuk var ya?”
“Evet madam.”
“Onu buraya lütfen çağırır mısınız birşey söyleyeceğim.”
Müdür kapıcıyı zille çağırarak Garron’u getirmesini söyledi. Bir dakika sonra Garron müdürü tarafından çağrılmasından dolayı şaşkın bir tavır ile girmişti. Madam Nelli koca çocuğu görür görmez hemen koştu ve başını tutarak müteaddit defa öptü:
“Garron sen misin, oğlumun arkadaşı, benim zavallı yavrucuğumun koruyucusu sen misin aziz çocuk?”
Sonra boynundan ucunda bir küçük haç bulunan altın bir kordonu çıkarıp Garron’un boynuna geçirerek: “Bu küçük yadigârı al muazzez çocuk!” diyordu, “Seni takdis eden ve sana teşekkür eden bir annenin elinden onu kabul et!”
SINIFIN BİRİNCİSİ
Garron bütün kalpleri kazandığı gibi Derossi de hep numaraları kazanır. O birincilik madalyasını almıştı. Bu sene de birinci olacak. Onunla kimse müsabaka edemez. Üstünlüğü her hususta tanınmıştır. Hesapta birinci, gramerde, yazıda, resimde hep birinci. Herşeyi fevkalâde bir kolaylıkla anlıyor. Hayrete şayan bir hafızası var. Her şeyi zahmetsizce başarıyor zannedilir ki tahsil onun için bir oyundan başka bir şey değil. Muallim ona dün de yine “Siz tabiatin büyük mevhibelerine maliksiniz. Onları israf etmemeye çalışınız.” diyordu.
Doğrusu her şeyde ondan aşağı olduğunu hissedince kıskanmamak mümkün değil. Ah! Votini gibi ben de ona gıpta ediyorum. Evde ödevlerimi yaparken Derossi’nin kendininkileri çoktan yorulmaksızın, hem de yanlışsız olarak bitirmiş olduğunu düşünürüm ve bundan bir acılık, hemen hemen bir hiddet hissederim fakat sınıfa gelip de onu mütebessim, güzel ve muzaffer bir hâlde görünce, muallimin suallerine verdiği cevapları, daima açık ve temiz cevapları işitince bütün acılık ve bütün hiddet kalbimden çıkar ve bu fena hisleri duymuş olduğumdan dolayı utanırım.
Derslerimi birlikte yapmak için daima onun yanında bulunmayı isterdim, çünkü onun huzur, hararet ve gayretinden bana da bir hisse ayırarak çalışmak cesaret ve arzu veriyor.
Mösyö Perboni kopya etmek üzere Derossi’ye verdiği “Lombardiyalı Küçük Keşşaf” ismindeki aylık hikâyeyi yarın bize okuyacak. Bu sabah bu kahramanca vakayı kopya ederken Derossi”nin gözleri nemleniyor ve dudakları titriyordu. Ben ona bakarken şu sözleri söyleyebilmekle kendim de saadet hissettim: Derossi sen benden çok değerlisin. Sana hürmet eden ve seni taklit etmek isteyen küçük Hanri’ye nispetle sen, yetişmiş bir adam gibisin.”
LOMBARDİYALI KÜÇÜK KEŞŞAF
1859 senesinde Lombardiya’nın kurtarılması için yapılan muharebe esnasında Avusturyalılara karşı Fransız ve İtalyanlar tarafından kazanılmış olan Solferino ve San Martino Harbinden birkaç gün sonra idi. Haziran ayının güzel bir sabahında Salük süvarilerinden bir küçük takım civarı dikkatle araştırarak bir keçi yolundan düşmana doğru yavaşça gidiyorlardı. Asker kıtası bir zabitle bir onbaşı tarafından kumanda ediliyordu. Sessizce ve düşman ileri karakollarının beyaz üniformalarını her an içinde görmeğe hazır bir vaziyette önlerine, ileriye bakıyorlardı. Böylece dişbudak ağaçlarıyla ihata edilmiş küçük bir kır evinin yanına geldiler. Evin önünde on iki yaşlarında bir çocuk duruyor ve değnek yapmak için bir dişbudak dalını soymakla meşgul oluyordu. Evin bir penceresinden, geniş, üç renkli bir bayrak sallanıyor ve içinde hiç kimse bulunmuyordu. Köylüler bayrağı astıktan sonra Avusturyalıların korkusundan kaçmışlardı. Çocuk süvarileri gördüğü zaman değneğini attı ve şapkasıyla selâmladı. Bu sarı saçlı ve büyük mavi gözlerle tenvir edilmiş cesur, şimalî, güzel bir çocuktu. Arkasındaki gömleğin yırtığından çıplak teni görünüyordu.
“Burada ne yapıyorsun?” Atını durdurmuş zabit, soruyordu, ”Niçin ailenle kaçmadın?”
“Ailem