Çocuk Kalbi. Edmondo De Amicis
Читать онлайн книгу.Onu seve seve dinliyorduk. Kardeşim de Matmazel Delkati’yi memnun etmek için ilacını isteyerek içiyordu.
İlkokul birinci sınıfın bu küçücük talebesiyle uğraşmak için ne kadar sabırlı olmak lazım. Hepsi ihtiyarlar gibi dişsizdir “(r)” ve “(s)” harflerini telaffuz edemezler. Biri öksürür, diğerinin burnu kanar, birisi sıranın altında topacını kaybeder, öteki kalemini eline batırdığı için bağırırken daha öteki bir numaralı defterin yerine iki numaralısını aldığı için ağlamaya başlar. Bunlardan başka elli tane kadar bebek vardır ki onlara okumak, yazmak ve hesap öğretmek lazım!..
Bu küçük mahlûkların herbiri cebinde değnek parçaları, akide veya nane şekerleri, düğmeler, tıpalar, çakıl taşları bulundururlar.
Muallime bazen onları araştırmak istediğinde hâzinelerini kunduralarının içine varıncaya kadar saklarlar.
Hiç olmazsa dikkatli olsalar! Nerede? Pencereden giren bir kocaman sinek onların başını havaya kaldırmaya kâfidir.
Yazın sınıfa, gürültü ederek uçan mayıs böceği getirirler. Hele bazen hokkaya daldıkları zaman defterlerine uzun uzun siyah çizgiler yapmaya başlarlar. Muallime bütün bu minimini şakirtlerin annelerine vekâlet etmeye, giyinirken yardıma, çizilmiş parmaklarını sarmaya, düşen şapkalarını giydirmeye, mantolarını değiştirmemeleri için dikkat etmeye mecburdur. Aksi takdirde bebekler bağırırlar, ağlarlar.
Zavallı Muallime! Bazı defa da anneler şikâyete gelirler:
“Nasıl oluyor da Matmazel, oğlum kalemini kaybediyor?”
“Nasıl oluyor da bir şey öğrenmiyor?” “Bu kadar iyi çalıştığı hâlde niçin benimkine aferin vermediniz?” “Zavallı Piyetro’mun yeni pantolonunu yırttığı sıradaki çiviyi niçin çıkarmadınız?”
Bazı kere zavallı muallimenin sabrı kalmaz ve küçük şakirtlerine darılır, biraz sonra pişman olarak yine onları okşar.
İçlerinden birinin evine gönderileceğini söylediği zaman yine gözyaşlarından müteessir olur ve onları aç bırakmak suretiyle cezalandıran ebeveyne darılır.
Bu Matmazel Delkati, ateşli, çabuk müteessir olur, şefkatli, iyi giyinir, uzun boylu ve güzel bir kızdır.
Annem ona “Hiç olmazsa talebeleriniz sizi severler mi?” diye soruyordu. O cevap verdi:
“Evet: fakat sene nihayetinde bir başka sınıfa gitmek üzere beni terk ederler ve bir daha yüzümüze bakmazlar, bu küçük nankörler muallim efendilerin dershanelerine geçtikleri zaman sanki bizim elimizde büyümüş olmaktan sıkılıyorlarmış gibi bir günaydın demeye ancak tenezzül ederler, bu daima böyle olmuştur. Çok sevilen yavrucuklara her çeşit özeni iki sene sarfettikten sonra bırakmalı ve artık bir daha görmemeli. Bazıları için emin olur ve oh artık bu beni daima sevecek, derim fakat tatil geçtikten sonra bu da diğerleri gibi beni hiç düşünmez.
Matmazel Delkati, küçük kardeşimi öpmek için kalkarak “Fakat sen böyle olmayacaksın değil mi yavrum?” diyor, “Benim yanımdan geçtiğin zaman başını öbür tarafa çevirmeyecek, zavallı dostunu, iyi muallimeni inkâr etmeyeceksin değil mi?” diye ekliyordu.
ANNEM
Bu sabah muallimenin ziyareti esnasında anneme konuşurken münasebetsiz bir söz sarfettiğime dikkat eden babam; okuyunca beni derin bir surette müteessir eden şu tezkere ile ihtar etmeyi vazifeden addetti:
“Kardeşinin muallimesi huzurunda annene karşı hürmette kusur ettin. Bu bir daha tekrar etmesin Hanri! Küstahlığın kalbime bir hançer gibi tesir etti. Birkaç sene evvel sen hasta iken beşiğine eğilmiş nefeslerini muayene eder ve seni kaybetmek ihtimaliyle ağlar ve hıçkırırken anneciğinin o hâlini düşündüm. Bu hatıra üzerine sana karşı kızmaktan kendimi alamadım. Şimdi düşün Hanri! Sen annene hakaret ettin öyle mi? Annene ki seni bir saatlik ızdıraptan kurtarmak için saadetinden bir seneyi feda eder. Senin uğrunda dilenir, hayatın için ölmeye razı olur. Hatırına getir ki Hanri! Sen belki pek hazin günler hatırlarsın fakat bunların en hazini, en acıklısı, anneni kaybettiğin gün olacaktır.
Büyüdüğün, bir adam olduğun zaman, hayat mücadelesi seni kuvvetlendirdiği zaman onun sesini işitmek ve açılmış kollarını görmek ihtiyacıyla şüphesiz onu anacaksın çünkü ne kadar büyük ve ne kadar dayanıklı olsan da kendini himayesiz ve kuvvetsiz bir zavallı çocuk zannedeceksin.
O zaman sebep olduğun üzüntüleri acıyla hissedeceksin. Vicdan azapların pek ağır olacak. Bedbaht! Anneni üzersen hayatında sulh ve huzur ümit etme! O zaman pişman olmak, ondan af dilemek, hatırasına hürmet etmek faydasızdır. Vicdanın seni asla rahat bırakmaz. Annenin tatlı ve iyi hayali ruhunu daima işkenceye sevk eder. Unutma ki Hanri evlat muhabbeti en kutsal aşktır. Yazıklar olsun onu yıpratan bedbahta! Annesine hürmet eden bir katilin bile kalbinde namuskâr bazı hisler var demektir. Ve annesini inciten, ona hakaret eden en şerefli insan bile adi mahluktan başka birşey değildir.
Ağzından annene karşı hiçbir zaman sert bir söz çıkmasın. Ve ondan af dilediğin zaman bu, babanın korkusuyla değil kalbinin heyecanıyla olsun. Seni kucaklaması için ona yalvar, ta ki busesi alnındaki nankörlük lekeni silsin. Seni severim oğlum, hayatımın en muazzez ümidisin, fakat annene karşı nankör olduğunu görmektense ölmeyi tercih ederim. Git ve bir müddet için beni kucaklamaktan çekin, çünkü buselerine isteyerek karşılık vermeyeceğim.”
ARKADAŞIM KORETTI
Babam beni affetti. Fakat henüz üzgün olduğum için öğleden sonra biraz gezinmek üzere annem beni kapıcının büyük oğluyla gönderdi. Bir dükkânın önünde duran yük arabasının yanından geçerken çağrıldığımı işittim. Bu su samurundan gömleği ve kedi derisinden keçe şapkasıyla sınıf arkadaşım Koretti idi. Büsbütün ter içinde, memnun görünüyor ve omzunda epeyce ağır bir odun yükü taşıyordu. Yük arabasının üstünde ayakta duran bir adam babasının dükkânına nakletmek üzere ona odunlar uzatıyor, o da, onları dükkânda yığın yaparak yine süratle arabaya dönüyordu.
“Ne yapıyorsun Koretti?” dedim.
Bir yük almak üzere kollarını uzatarak “Ne yaptığımı görüyorsun!” dedi, “Hem çalışıyorum hem de derslerimi tekrar ediyorum.” Ben gülmeye başladım. Fakat Koretti ciddi söylüyordu ve odunları alıp dükkâna doğru koşarken “Fiillerin, cinsi, adet ve şahsı itibarıyla değişmelerine fiillerin arızaları derler.” diyor ve odunları yığın hâlinde atarken “Zamana gelince, zaman fiil ile uyum gösterir.” diye devam ediyordu.
Sonra yine bir kucak odun almak üzere arabaya yaklaşarak “Fiilin kendisiyle ifade ettiği surete gelince…” diye ilave ediyor ve bu suretle ertesi günkü gramer dersini tekrar ediyordu.
Bana diyordu ki “Bak daha ne istiyorsun, zamanımdan istifade ediyorum. Babam çırakla bir siparişi teslim etmek üzere çıktı. Annem de hasta. Arabayı boşaltmak için benim yardım etmem lazım. Bu gramerimi tekrar etmekten beni menedemez ya. Bugün dersimiz güç. Onu kafama sokamıyorum.”
Arabacıya hitaben “Paranızı vermek için saat yedide burada bulunacağını babam söyledi.” dedi.
Araba gitmişti Koretti bana “Dükkâna biraz girsene.” dedi. Reddedersem belki neşesini kaçırırım korkusuyla odunlar ve çalı demetleriyle dolu ve kapıya yakın bir terazi konmuş olan bir büyük avluya girdim.
“Bugün çok işim vardı. Seni temin ederim ki ödevimi birkaç kelimelik cümleler hâlinde parça parça yazıyorum. Bir parçasını yazmak üzere idim ki bir iş için geldiler. Tekrar başladım. Derken işte bu araba geldi. Daha bu