Vampir Öyküleri. Артур Конан Дойл
Читать онлайн книгу.sonraki sabaha kadar çıkmayacağını düşündüğüm kendi kamarasına gitti. Gördüğünü düşündüğü şey her ne ise, ona korkunç bir şok yaşatmış olmalıydı. Hâlâ gizemini koruyor olmasına rağmen, korkarım kendisinin de kabul ettiği gibi, artık mantıklı düşünemiyordu. Davranışlarının nedeninin suçluluk duygusu olduğunu sanmıyorum. Subayların ve tayfaların çoğu buna inansa da, ben bunu destekleyecek hiçbir şey görmedim. Suçluluk duyan bir adamdan çok, kötü kaderi yüzünden çok acı çekmiş biri gibi görünüyor; bir suçlu değil de asıl kurban oymuş gibi.
Rüzgâr bu gece güneyden esiyor. Eğer tek geçiş yolumuz olan o dar yol kapanırsa, oh, işte o zaman Tanrı yardımcımız olsun! Hapsolduğumuz kuzey kutup dairesinin ya da balina avcılarının deyimiyle “buz engeli”nin sınırındaki bu yerde, kuzeyden esen herhangi bir rüzgâr toplanan buzulları dağıtıp kaçışımıza izin verebilir, aynı zamanda da güneyden esecek rüzgâr arkamızdaki buzulları daha da sıkıştırarak, bizi iki buz kütlesi arasında bırakabilir. Kısacası, Tanrı yardımcımız olsun!
14 Eylül
Pazar günü. Nihayet bir tatil günü… Endişelerimde haklı olduğum ortaya çıktı. Bu arada güney yönündeki ince mavi şerit yok oldu. Artık etrafımızda hareketsiz beyazlıktan, buz kümelerinden ve buzulların muhteşem zirvelerinden başka hiçbir şey yoktu. Bu zirvelerin tepesinde ölümcül bir sessizlik hâkimdi. Dalgaların sesi, martıların çığlıkları ya da gerilmiş yelkenlerin hışırtısı da yoktu. Tayfaların mırıltıları ve geminin parlak güvertesi üzerindeki botlarının sesi, bu evrensel sessizliğin içinde kulağa alışılmadık ve yersiz geliyordu. Tek ziyaretçimiz bir kutup tilkisiydi. O da geminin yakınına gelmedi, belli bir mesafeden bizi inceledikten sonra buzun üzerinde hızla hareket ederek uzaklaştı. Bu da garipti aslında çünkü genellikle, daha önce insanla hiç karşılaşmadıklarından ve doğaları gereği oldukça meraklı olduklarından kolay yakalanmalarıyla tanınırlar.
İnanılmaz görünse de, bu önemsiz olay bile tayfalar arasındaki karamsar havanın artmasına neden oldu. “Bu küçük yaratık bile neler olduğunu anlayabiliyor. Evet ya, ne benim ne de sizin göremediğinizi görüyor o!” diye yorum yaptı zıpkıncılardan biri ve diğerleri de onaylar şekilde başlarını salladılar. Bu boş batıl inançlara dair onlarla tartışmak imkânsızdı. Geminin lanetli olduğuna kendilerini inandırmışlardı ve bunun aksini ispatlamaya çalışmak boşunaydı.
Kaptan, öğleden sonra yarım saatliğine kıç güvertesine çıkması dışında bütün gün boyunca kamarasında kaldı. Dışarı çıktığı bu sürede gözlerinin sürekli dünkü hayalin belirdiği noktada olduğunu gördüm. Her an yeni bir patlamaya hazır gibiydi, ancak hiçbir şey olmadı. Onun hemen yanında durmama rağmen beni fark etmedi bile. Başmühendis her zamanki gibi ilahiyi okudu. Balina avcılarının gemilerinde, ne subaylar ne de tayfalar arasında hiç Protestan olmamasına rağmen, her zaman Protestan kilisesinin bir kitabı olması ilginç. Adamlarımızın çoğunluğu Katolik, geri kalanlar ise Presbiteryen. Seremoni her iki taraf için de yabancı olduğundan, hiç kimse birinin diğerine üstün tutulduğundan şikâyet etmiyor, herkes büyük bir dikkatle okunan ilahileri dinliyor. Sanırım bu izlemek için mantıklı bir yol.
15 Eylül
Bugün Flora’nın doğum günü. Onun deyimi ile “erkeğini”, aklını yitirmiş bir kaptanın yönettiği, buz kütleleri arasına sıkışmış ve birkaç haftalık erzakı kalmış bu gemide onun bulunmaması ne kadar iyi. Hakkımızda haber alabilmek için her sabah “Scotsman” gazetesinin sevkiyat listesini incelediğinden eminim. Adamlara iyi örnek olabilmek için neşeli ve kaygısız görünmeliyim, fakat Tanrı biliyor ya, bazen kendimi fazlasıyla umutsuz hissediyorum.
Termometre bugün 19º F gösteriyor. Çok hafif bir rüzgâr var, o da istenmeyen yönden esiyor. Kaptan’ın keyfi yerinde, gece yeni bir hayal gördüğünü sanıyorum. Zavallı adam, sabah erkenden sessizce yanıma gelip, “Her şey yolunda, Doktor,” diye fısıldadı. “Bu, bir hayal değildi!” Kahvaltıdan sonra gemide ne kadar erzak kaldığını hesaplamamı istedi. İkinci Kaptan’la beraber bu görevi üstlendik. Sonuç beklediğimizden de kötüydü. Toplamda yarım tank bisküvi, üç varil tuzlu et ve çok az miktarda da kahve ve şekerimiz kalmış durumda. Dolaplarda konserve somon, kurutulmuş kuzu eti ve konserve çorba gibi lüks yiyeceklerden oldukça bol miktarda var, ancak elli kişilik bir mürettebat için bunlar uzun süre dayanmayacaktır. Depoda iki varil un ve herkese yetecek kadar da tütün var. Hepsi bu. Herkesin günlük payını yarıya indirsek bile, bunlar bizi en fazla yirmi gün idare edecektir. Daha fazlası mümkün değil. Bunu Kaptan’a bildirdiğimizde bizden herkesi kıç güvertesine toplamamızı istedi. Onu daha önce hiç bu kadar iyi durumda görmemiştim. Uzun, düzgün yapılı fiziği ve esmer, ciddi yüzüyle emirler vermek için doğmuş bir adamın bütün özelliklerini taşıyordu. Adamlarına hitap ederken denizcilere özgü bir dille, tüm tehlikelerin farkında olduğunun ve bunu takdir ettiğinin ancak herhangi bir kaçışa da asla göz yummayacağının işaretini vererek konuştu.
“Beyler,” diye başladı söze, “Sizi bu çıkmaza, eğer bir çıkmazsa tabii, sürüklediğimi düşünüyor olmalısınız. Ve bazılarınız da bana bunun için öfkeli. Ama şunu unutmayın ki pek çok mevsimde yaşlı Kutup Yıldızı hiçbir geminin yapamadığı kadar çok kazançla döndü ve hepiniz de bu kazançtan payınıza düşeni aldınız. Diğerleri borçlarını ödeyebilmek umuduyla tekrar sefere çıkarken, siz eşlerinizi güvenle, rahatlık içinde bırakıp bir sonraki yolculuğunuza çıktınız. Eğer biri için bana teşekkür edecekseniz, diğeri için de etmelisiniz, böylece ödeşmiş olduğumuzu söyleyebiliriz. Bundan önce de risk aldık ve başardık, şimdi başaramamış olmamız bize ağlayıp sızlanma hakkını vermiyor. Eğer en kötüsüyle karşılaşırsak, buz üzerinde ilerleyip fok balıklarının yakınında kamp kurabiliriz. Bu, bahara kadar dayanmamıza yetecektir. Ama buna gerek kalmayacak, üç hafta içinde tekrar İskoçya kıyılarını görebileceksiniz. Şu anda herkes günlük payını yarıya indirecek ve hiç kimseye ayrıcalık tanınmayacak. Eğer inancınızı yüksek tutarsanız, bundan önce pek çok seferde olduğu gibi bundan da kurtulmayı başaracağız.” Bu kısa, içten konuşma adamların üzerinde inanılmaz bir etki yarattı. Daha önce kendisine olan kızgınlık unutuldu ve size bahsettiğim batıl inançlı yaşlı zıpkıncı üç kez bağırarak Kaptan’ı selamladı, diğerleri de heyecanla bu tezahürata katıldılar.
16 Eylül
Rüzgâr gece yön değiştirdi, şimdi kuzeyden esiyor ve toplanan buz kütleleri yavaş yavaş dağılıyor gibi görünüyorlar. Erzak kısıtlamasına rağmen tayfaların ruh hâli iyi. Bir çıkış fırsatı doğarsa, zaman kaybetmemek için makine dairesindeki buhar sürekli canlı tutuluyor. Kaptan fazlasıyla coşkulu ve heyecanlı ama gözlerindeki o vahşi ifadeyi hâlâ görebiliyorum; daha önce de bahsettiğim o “ölüme yakın” bir adamın ifadesi bu. Ayrıca bu neşeli hâli, beni karamsarlığından daha fazla endişelendiriyor. Nedenini anlayamıyorum. Bu günlükte daha önce söz ettim mi bilmiyorum, Kaptan’ın garipliklerinden biri de kendi kamarasına kesinlikle girilmemesi konusunda çok katı davranmasıydı. Oysa bugün beni şaşırtıp bana anahtarını vererek, öğlen güneşin konumunu hesaplarken kullandığı saatini almam için beni kamarasına kendi gönderdi. Çok sade bir odaydı; lavabo, birkaç kitap ve duvarlarda birkaç resim dışında hemen hemen hiçbir şey yoktu. Resimlerin çoğu taklit yağlı boyalardı. Sadece bir tanesi; genç bir kadının portresinin resmedildiği suluboya bir tablo dikkatimi çekti. Bu portre, genellikle denizcilerin ilgisini çeken türden süslü bir kadın portresi değildi. Hiçbir ressam sadece hayal gücünü kullanarak böylesine merak uyandırıcı bir karakteri ve zayıflığı bir araya getirip resmetmeyi başaramaz. Hiçbir endişe ya da telaş belirtisi taşımayan pürüzsüz alnı, uzun kirpiklerin altından bakan sakin,